İKNA OLMUŞLUĞUN ve EDİCİLİĞİN ANATOMİSİ
Çözümlüyoruz. Denemelerimizdir sayılsın, gözlemlerimize kendimizi de katarak yaptığımız çözümlemeye denemeler yazıyoruz. Yazmak sevgilidir, yardır, canandır ve taşmadır, dolulara dolu, boşlara ise boş olma halidir.
Dolu olanlar anlasın..Boşlardan, zavallı güdü/egolarını tatmin etmek için "dolu" kavramından uzak kalanlardan çokça uzağız, bir ozanın söylediği gibi; "yıldızlar ya da gençliğimiz kadar "uzak kalsınlar.
Anlamsızlık kaynaklı acaba kuşkularından dolayı, ard arda girdiğimiz çöküntülerimize şimdilerde müteşekkiriz. Bize, kendimizi sorgulama ve acı çektirmeler yaşattılar.Acı çekmek; hep düşünmek, duymak ve bunlardan üretebilmek eyleminde yaşayan insanlara özgü ruh halidir.
Bireyi, özneleştirdiğimizde ise, Türk insanı kavramına, bunun toplumsal organizasyonu olan Türk ulusunun sürüleşmesi, sömürgeleştirilmesine tepki olarak algıladığımız başkaldırmalara “acı” diyebiliyoruz.
Birtengri acımızı eksik etmesin. Bundan gayri da bizde, zaman kaybı ötesi katkı yapmayan zırvalamak, sayıklamak ve saçmalamak türü acılar vermesin.
İkna olmuşluktan, ediciliğe ve bunların içeriğinde olan; çelişkisizlik, kendinden emin ve rahat olma halini hissetmeye gidiştir durumumuz. Cevaba sorduğumuz sorularla, geleceği apaçık, apaydın, ayaydınlıkta belli olana karşı bir hareket ve soluk alıp verme alanını hep açık tutmak mücadelesidir.
Madem yaşarken “doğru” diyerek yaptığımız veya yapmamakta irade gösterdiğimiz davranış biçimlerine ERDEM diyoruz. Erdem niye erdem, erdemsizlik de neden erdemsizliktir?
Kimi zaman duraksama ve durağanlaşmalar iklimine gireriz, aslında duraksayan ya da durağanlaşan bir şey yoktur. Durmak ve durağanlaşmak bile yavaş salınımda bazı şeylerin, yerli yerine oturmasından başka bir şey değildir.
Doğruyu "gerçek" ile açıklayabilme yaklaşımlarını ise; “çoğulsal doğru”, “hikmetinden sual olunmaz doğru” ve “geçiçi doğru ile mutlak doğru” arasındaki farkı bilmemeye ve romans bakışa verebiliyoruz.
Çok denedim,böyle örnek olaylarda,bilimiyor ve algılamamışsa, bilmeyen ve algılamayanın algılamasını beklemekten başka da bir seçeneğimiz yok !
Bu tür yaklaşımın genel kabul görmüş( ne demekse?!)lük formülasyonu da şöyledir.
Ben bilmiyor ,duymamış (ki algısızlık ve olgulaştıramamak sorunu diyebiliyoruz) ve yüz yüze gelmemişsem o algı/olgu/olay yoktur !!!
Yoktur kardeşim evet yoktur, yoktur…
Önemli olan, insanın sissiz pussuz, arınmış ve arlanmış bir bakış açısı yakalayarak gördüğünün, görmek istediği şey olmadığına tapınmaktan vazgeçmeyi kabul edebilmesinden başlatılmalıdır.
Kahrolası bir şekilde hepimiz güzel olan şeyleri inanılmaz ölçülerde abartıyor, gereksiz süsleme püslemelerle donatıyor ve böyle seviyoruz. Saflığı saftiriklik, doğal,olması, yapılması gerekeni ve bunu bu haliyle yapanları da temelsiz anlamlarla tevatürlüyoruz.
İster birey, ister halk veya ulus toplumsallarından hangisiyle olursa olsun, kendini anlatabilmek durumundan zor, tükenişe götüren ve anlatmaya niyetlenmişin başını sıkıntılara hatta belalara sokan kadar bir eylem pek yoktur.
Kendini anlatmak çabası içinde olanın, aslında kendini sürekli yenileyici düzeltmekten öte bir niyeti olmadığını anlayanımız pek yoktur ki çünkü!..
Hata ve yanlışın düzeltilebilirliğinden o kadar korkup, o kadar kinle susturuyoruz ki hata ve yanlış yapanı, bu dualizm bizi “suç” ve suçluya çevirmekten/varmaktan öte veya boşuna aşağılık ve aşağılayan kompleksi arasında gidip gelen bir sarkaçtan ileri ya da geri bir sonuca da ne yapsak ve etsek götürmüyor!
Yerin dibine batası şekilde tam oraya götürüp bırakıyor.
Ben neysem, sen neysen ve biz neysek nasılsak, bir güzel sözde dediği gibi; "aklımız ve yüreğimiz nasılsa", yapacaklarımız da bunlar tarafından belirlenmişlere yakışır olacaktır.
Yakışmayan yakışandan, insafsız -yakıştırana bakarak -ikna edicilik ve olmuşluğun anatomisi üzerine yazmaya devam edeceğiz.
Esenlikler dilerim.
Göktürkmen.
15 Kasım 2007