Bir Sevda Masali
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Bir Sevda Masali

HOŞGELDİNİZ
 
Portalli*AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

♥️♥️14 02 2007♥️♥️♥️14022024♥️♥️♥️ Masal Gibi 17 Yil♥️♥️Yil dönümümüz kutlu olsun..♥♥️♥️♥️♥️♥️♥️♥️♥️ ♥️♥️♥️♥♥♥️♥️♥♥♥️♥️♥️♥️♥️♥️Sizinde BiR MaSaLiniZ Olsun Istemezmisiniz?♥️♥️♥️♥️♥️♥️♥""

♥️♥️♥️♥️YONETICI KADROMUZ♥️♥️Admin M@S@L♥️DJ~VOLKAN* DJ*♥️♥️♥️♥️♥DJ:BELALI♥️..


 

 YAŞAR KEMAL..!

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
M@S@L
Admin
Admin
M@S@L


Mesaj Sayısı : 5584
Yaş : 53
Reputation : 13
Kayıt tarihi : 14/02/07

YAŞAR KEMAL..! Empty
MesajKonu: YAŞAR KEMAL..!   YAŞAR KEMAL..! I_icon_minitimeC.tesi Mart 17, 2012 2:31 pm

Asıl adı Kemal Sadık Göğçeli olan Yaşar Kemal Kadirli Cumhuriyet
İlkokulu’ndan sonra girdiği Adana Birinci Ortaokulu’ndaki öğrenimini son
sınıftayken bırakan Yaşar Kemal inşaatlarda denetçilik,çiftlik
katipliği,pirinç tarlalrında bekçilik,batoz ırgatlığı,arzuhalcilik gibi
işlerde çalıştı.Bu yıllarda,roman ve öykülerinde işleyeceği yaşamı ve
sorunları gözlemlerken,bir yandan da kendisini yetiştirdi.İstanbul’a
geldikten sonra(1951) uzun bir süre Cumhuriyet Gazetesinde yurt
haberleri servisinde çalıştı.Daha sonra serbest yazarlığa başladı.Ant
dergisinin (1967-1971) kurucuları arasına katıldı.1973’te Türkiye
Yazarlar Sendikası’nın kuruluşunda görev aldı,bu sendikanın genel
başkanlığını yaptı (1974-1975).

Sanat yaşamına koşma biçiminde şiirlerle başlayan Yaşar Kemal’in ilk
şiiri, Adana Halkevi’nin Görüşler adlı dergisinde yayımlanan
“Seyhan”dır(1939).Yaşar Kemal folklorla ilgilenerek çeşitli derlemeler
ve araştırmalar yaptı.Bunlardan Çifte Çapa Manileri,aynı dergide
yayımlandı(1942).Ağıtlar adlı derlemesi de Adana Halkevi’nce
bastırıldı.Bu yıllarda Ülkü (1942),Kovan (1943),millet (1943),Beşpınar
(1943) gibi dergilerde yayımlanan şiirlerde asıl adını
kullandı.Cumhuriyet Gazetesine girdikten sonra,bu gazetesine girdikten
sonra bu gazetede Yaşar Kemal adıyla yayımlanan röportajlarıyla ünlendi.
Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün röportajıyla Gazeteciler
Cemiyetinin verdiği ilk röportaj ödülünü aldı (1955).Bu arada öyküye
yönelerek Sarı Sıcak adıyla kitaplaşan öykülerini yazdı (1952).İnce
Memed 1 (1955) kendisine Varlık Roman Armağanı’nı kazandırarak ününü
yaygınlaştırdı.yurt içinde kendi oyunlaştırdığı Teneke ile 1966’da İlhan
İskender ve Ankara Sanatseverler Derneği ödüllerini aldı; 1984’te TÜYAP
Edebiyat Halk Ödülü’nü ,1985’te Sedat Simavi Vakfı Ödülünü
kazandı.1992’de Kültür Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü ve TÜYAP
Onur Ödülü’nü aldı.1993’te Pariste oluşturulan Dünya Kültürleri
Akademisi’nin kurucu üyeliğine seçildi.Yapıtları yabancı dillere en çok
çevrilen Türk yazarları arasında yer alan Yaşar Kemal'’n Yer Demir Gök
Bakır romanı Fransız Eleştirmenler Birliğince 1977 yılının en iyi
yabancı romanı seçildi.Yerin Öte Yüzü üçlemesi (Orta Direk,Yer Demir Gök
Bakır,Ölmez Otu) Fransa’da yılın en iyi kitabı ödülünü aldı.Yaşar Kemal
1982’de gene aynı ülkede Uluslar arası Del Duca Ödülü,1984’te Legion
d’honneur nişanı verildi.Çeşitli kuruluşlarca Nobel Edebiyat Ödülü’ne
aday gösterildi.


BEHÇET NECATİGİL..!
Behçet Necatigil, 16 Nisan 1916'da İstanbul'un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa'da doğdu.

Kastamonu'lu olan babası Mehmet Necati Gönül, dersiam vaizdi. Uzun
yıllar İstanbul'da, Beyoğlu ilçesinde müftülük yaptıktan sonra Sarıyer
müftülüğünden emekli oldu.

Annesi Fatma Bedriye Hanım, Geyve'li müderris hafız İbrahim Hakkı
Efendi'nin kızıydı. Sanatkâr ruhlu, duyarlı bir hanım olan annesi Fatma
Bedriye Hanım (1896-1918), "mide humması" olarak tanımlanan hastalığının
nekahat dönemindeyken, yaşadıkları konak, büyük Fatih yangınında yandı
ve Bedriye Hanım yangından son anda kurtarılabildi. Geçirdiği hastalık
nedeniyle çok zayıf düşen bünyesi, bu yangının şokunu atlatamadı ve
Necatigil, iki yaşındayken annesini kaybetti. Bir süre Karagümrük'te
oturan anneannesi ile birlikte yaşadı. Bir yıl sonra babası, Beşiktaş'ta
bir saray memurunun kızı olan Saime Hanım'la evlenince, Necatigil için
anneannesinin evi ile babasının evi arasında geçecek bir dönem başladı.

Babası Necati Efendi'nin ikinci evliliğinden iki kızı oldu (Sabahat,
1921 ve Fahamet, 1923). Behçet Necatigil ilkokula başlayacağı yıl,
anneannesinin de hastalanması üzerine, Karagümrük'ten Beşiktaş'a,
babasının yanına geri döndü ve 1923'de Beşiktaş Cevri Usta Okulu'na
başladı.

Babasının Singer Dikiş Makineleri firmasında müfettiş olarak işe
başlaması ve ailesiyle birlikte Kastamonu'ya taşınmasıyla, Necatigil
ilkokul son sınıfı Kastamonu Muallim Tatbikat Mektebi'nde okudu ve
1927'de mezun olarak Kastamonu Lisesi'nde ortaöğrenimine başladı.

Ancak, yıllar önce yetersiz beslenme ve bakımsızlık nedeniyle başlamış
olan hastalığı "adenit tüberküloz" yüzünden öğrenimine ara vermek
zorunda kaldı. Aile yeniden İstanbul'a taşındı. İstanbul'da ameliyatlar
ve elektrik tedavileriyle geçen uzunca bir süreden sonra öğrenimine 1931
yılında Kabataş Lisesi'nde, orta ikinci sınıftan yeniden başladı ve
1936'da okulun edebiyat bölümünden birincilikle mezun oldu.

Edebiyata ilgisi, Kastamonu'da, ortaokul yıllarında başladı. İyi bir
raslantı sonucu edebiyat öğretmeni olan şair Zeki Ömer Defne, onu hep
destekledi ve yazması için teşvik etti. O yıllardan kalan bir
kompozisyon defterinde Zeki Ömer Bey'in 23.1.1930 tarihli şu cümleleri
var: "Yarının iyi bir kalemine sahipsin. Boş durma, oku!"

Necatigil ortaokul yıllarında bir de dergi çıkarmaya başladı. Kendi
ifadesiyle "17 ekim 1927'den itibaren eskilerin eser-î cedid dedikleri
kağıtları "El-Marifet" matbaası adını verdiği hususi matbaasında(yani
kendi el yazısıyla) doldurarak hazırladığı Küçük Muharrir adındaki bu
dergi, 14. sayısı ile birlikte birinci cildini kapamış ve iki yıllık bir
tatilden sonra 20 haziran 1932'den itibaren ikinci cildine başlayarak
12 sayı daha çıkmış". Bugüne kadar saklanmış olan bu dergilerin
okuyucuları arkadaşları ve akrabalarıydı.

Aynı yıllarda, Akşam gazetesinin haftalık Çocuk Dünyası sayfasına Küçük
Muharrir imzasıyla şiirler,fıkralar, hikâyecikler yazmaya başladı.
1931-1933 yılları arasında sürdürdüğü bu çalışmalarının karşılığında,
yıllar sonra yaptığı bir röportajda dediğine göre, dergi yönetiminden
telif ücreti de aldı ya çikolata, ya da bonbon olarak!

Necatigil Kabataş Lisesi'ni bitirdikten sonra öğrenimine Yüksek Öğretmen
Okulu Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde devam etti. Bu arada Alman
Filolojisi'ndeki bazı derslere konuk öğrenci olarak katıldı ve ilk ders
yılı sonunda "Deutscher Akademischer Austauschdienst" kuruluşunun
davetlisi olarak bursla Berlin'e gönderildi; dört ay Almanya'da kalarak
Berlin Üniversitesi'nin dil kurslarına devam etti.

Yüksek öğrenimini 1940 yılında tamamlayarak okuldan birincilikle mezun
oldu. Aynı yıl Kars Lisesi'ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. İklim
koşullarına uyum sağlamakta güçlük çekip hastalanması üzerine 1941
yılında Zonguldak Çelikel Lisesi'ne, 1943 Mart ayında da İstanbul'a,
Pertevniyal Lisesi'ne tayin edildi. İki ay sonra, yaz dönemine girince
yedek subaylık için başvurarak Ankara'ya gitti. Temel eğitim sonrası
askerlik görevini İzmir'de levazım subayı olarak yaptı (Ekim 1943- Kasım
1945) ve terhis olmasının ardından İstanbul'a, on beş yıl süreyle
çalışacağı Kabataş Lisesi'ne tayin edildi (Aralık 1945). İlk şiir kitabı
"Kapalı Çarşı" da aynı yıl yayımlandı.

Yine aynı yıl, İstanbul Üniversitesi Alman Filolojisi'ne kaydını
yaptırarak iki yıl süreyle, öğretmenliği ve öğrenciliği birlikte
sürdürdü. İki yıl sonra, lisedeki ders saatleri arttığı için, modern
Almanca sertifikası alarak Alman Filolojisi'ndeki öğrenimini yarıda
bırakmak zorunda kaldı.

Zonguldak'tan İstanbul'a döndükten bir süre sonra, 1948 yılında Edebiyat
Fakültesi öğrencisi olan ve o dönemde Sarıyer Ortaokulu'nda stajyer
öğretmen olarak çalışan Huriye Korkut ile tanıştı. Ağustos 1949'da
Necatigil'in ailesinin yaşadığı Beşiktaş, Valideçeşmesi, Dibekçi Kamil
Sokağı (şimdi Enis Akaygen Sokağı), 22 numaralı evde, aile arasında
kıyılan bir nikahla evlenerek yine Valideçeşmesi, Setüstü Sokak, 22
numaralı kiralık eve taşındılar.

1951 yılında ilk kızları Selma dünyaya geldi. 1955 yılında, Beşiktaş
Camgöz Sokağı'ndaki 22 numaralı ahşap evi satın alarak oraya taşındılar.
1957 yılında küçük kızları Ayşe doğdu. 1964 yılında yine Beşiktaş'ta,
Nüzhetiye Caddesi üzerindeki Deniz Apartmanı'nın bir dairesini satın
alarak oraya taşındılar. Necatigil, ölümüne dek bu apartmanın 23
numaralı dairesinde yaşadı.

Necatigil, 1960 yılında Çapa Eğitim Enstitüsü'ne tayin edildi ve 1972
yılında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Emeklilik dönemini, evinde
yoğun bir biçimde çalışarak geçirdi.

1979 yılının Kasım ayında akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'ne yatırıldı. Kısa bir tedavi
döneminin ardından, 13 Aralık 1979 tarihinde aramızdan ayrıldı.
İstanbul'da Zincirlikuyu mezarlığında yatıyor.

Ölümünden sonra ailesi tarafından konulan Necatigil Şiir Ödülü, 1980'den beri verilmektedir.

1960 yılında yayımlanan Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü'nde, şiir
serüvenini şöyle özetlemiş: "İlk şiiri lisede öğrenciyken, Varlık
dergisinde çıkmıştı (Ekim 1935). Şiirde kırk yılını, doğumundan ölümüne,
orta halli bir vatandaşın, birey olarak başından geçecek durumları
hatırlatmaya; ev-aile-yakın çevre üçgeninde, gerçek ve hayal
yaşantılarını iletmeye, duyurmaya harcadı. Arada biçim
yenileştirmelerinden ötürü yadırgandığı da oldu, ama genellikle,
eleştirmenler, onun için, tutarlı ve özel bir dünyası olan bir şair
dediler."

Necatigil'in "Eski Sokak" şiirine konu olan Camgöz Sokağı'nın adı artık
"Behçet Necatigil Sokağı". Ölümünün ardından, 1987 yılında yakın
arkadaşlarının çabaları ve basının da desteğiyle, yaklaşık on yıl
yaşadığı sokağın adı Belediye tarafından "Behçet Necatigil Sokağı"
olarak değiştirildi.

Şehr-i İstanbul Derneği de sanatçıların evlerini belgelemek amacıyla
yaptığı çalışma kapsamında, 19 Mart 2005 günü düzenlenen bir törenle
Behçet Necatigil'in 1964 yılından 1979 yılında ölümüne dek yaşadığı
Deniz Apartmanı'nın girişine bir plaket koydu.

ORHAN VELİ KANIK..!
Orhan Veli Kanık 13 Nisan 1964’te , İstanbul’da doğdu. Galatasaray’da
başladığı öğrenimini , kısa bir süre sonra babasının atandığı Ankara’da
sürdürdü. Liseyi bitirince İstanbul’a gelerek Edebiyat Fakültesi Felsefe
Bölümü’ne girdiyse de , bir süre sonra öğrenimini yarım bıraktı.
1936’da Ankara’ya döndü ve askere gidene kadar PTT Genel Müdürlüğü’nde
memurluk etti. Yedek subaylığını tamamlayınca , iki yıl kadar , gene
Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda çalıştı.1947’de , bu
kurumda “antidemokratik bir hava” esmeye başladığını söyleyerek istifa
etti. 1 Ocak 1949’da yayımlamaya başladığı , on beş günde bir çıkan ,
iki sayfalık “yaprak” dergisini 15 Haziran 1950’ye kadar yirmi sekiz
sayı sürdürdü.

Dergiyi çıkaramayacağını anlayınca Ankara’dan ayrılıp İstanbul’a gitti.
Gene o yılın kasım ayı içinde , bir haftalığına geldiği Ankara’da bir
gece , yolda , tamirat için kazılmış bir çukura düşerek ayağından
yaralandı. İstanbul’a döndükten bir iki gün sonra bir arkadaşının
evindeyken birdenbire fenalaşarak kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi’nde ,
14 Kasım 1950’de beyin kanamasından öldü.
Varlık Yayınevi , Orhan Veli’nin beklenmedik ölümü üzerine , okurlardan
gelen istekler doğrultusunda , “Bütün Şiirleri” adlı bir kitap derledi.
Birinci basımı 1951’de yapılan bu kitapta , şairin 1945-1949 yılları
arasında basılan beş kitabıyla , çoğu “varlık” dergisinde çıkmış olan
ilk şiirleri bir araya getiriliyordu.

Orhan Veli , şiirlerinin yanısıra düz yazı şeklinde de yazı yazmış ,
çeviriler yapmıştır. La Fontaine’nin masalları’nı dilimize çevirmiş ve
bu çevirisiyle de ün yapmıştır.
İlk şiirlerinde hece veznini ve kafiyeyi kullanmışsa da 1940’tan sonra
vezni atmış , kafiyeyi umursamamıştır. Yeni şiire öncülük etmiştir. Ona
göre şiirin görevi , gördüklerini , olduğu gibi , süslemeden
verebilmekti. Şiirlerinin çoğunda bir olayı , bir hikayeyi yaşatır
gibidir. Bunların çoğunda kahraman kendisidir.

Orhan Veli’nin bir özelliği de İstanbul’a olan aşırı tutkusu ve
şiirlerini onunla doldurmasıdır. Yalnız onun İstanbul’u tarih , saat ve
kültür İstanbul’u değildir. Cıvıl cıvıl insanları , çiğnenmiş
kaldırımları , yaşanmış aşkları , denizi , balıkları , rüzgarları ,
manzaraları ile insanı büyüleyen İstanbul’dur.
Orhan Veli , özellikle son zamanlarında toplumu hicveden , sosyal çekişme eğilimli şiirler yazdı.
Orhan Veli’nin eserleri ; ( şiir kitapları ) Garip ( 1941 ) ,
Vazgeçemediğim ( 1945 ) , Destan ( 1946 ) , Yenisi ( 1947 ) , Karşı (
1949 ) .

Çevirileri ; La Fontaine’nin Masalları ( 1943 ) , Fransız Şiiri
Antolojisi. Ayrıca halk diliyle nazma çektiği Nasrettin Hoca Hikayeleri
adlı akımını başlatarak kazandı. Garip’in Orhan Veli’nin kaleme aldığı
önsözünde, ölçü ve uyağın şiiri yozlaştırdığı vurgulanıyor. Orhan Veli
Garip için şunları yazmıştır ;
Güçlüklere , bir başına da olsa , karşı koyan insan kuvvetli insan
olmalı. Ben bunu yalnız kalıp da ümitsizlik içinde olduğunu hissettiğim
anlarda daha iyi anladım. Bununla beraber , senelerden beri , o kadar
çok zamanlar yalnız kaldım ki bu hale âdeta alışır , hatt⠖ kuvvetli
olmanın gururunu duyabilmek için – zaman zaman yalnızlığı arar oldum. Şu
anda gurur diye isimlendirdiğim bu his başlangıçta bir avunma yolu idi.
Hayatlarının , benim gibi , ıstırapla dolu olduğunu sananlar , eseri
vardır.

Orhan Veli Kanık asıl ününü lise arkadaşları Oktay Rıfat ve Melik Cevdet
Arday’la birlikte yayımladığı Garip adlı kitabın adıyla anılan şiir
buna benzer bir sürü avunma çareleri bulmuşlardır. Bu çareler , o yalnız
kalmış insanların , yalnızlık anlarındaki arkadaşlarıdır. Hayatın
karşısında , hatta sırasında ölümün karşısında , ancak bu arkadaşların
yardımı ile tutunabiliriz. Benim , yukarıda bahsettiğim gurura benzer ,
birkaç arkadaşım daha var. Vakit olsa da sizinle , onlar hakkında
konuşabilsem. Ne iyi olur! Ama , Garip için yazacağım bir yazıda işi
dertleşmeğe dökersem belki de bana kızarsınız. Onun için , size şimdilik
, bunların yalnız bir tanesinden bahsedeyim.
“Hiçbir yaptığımdan pişman olmayacağım.” diye bir karar vermişliğiniz
var mıdır? Benim vardır. Çok da faydasını gördüm. Bundan bir hayli zaman
evvel böyle bir karar vermemiş olsaydım, üzüntülü günlerimin sayısı
muhakkak ki daha fazla olurdu. Bu arada “ 1941 senesinde Garip adlı bir
kitap neşretmişim “ diye döğünür durur, hele onun yeniden basılmasına
dünyada razı olamazdım. Garip yeniden basılırken , içimde böylece
“yiğitlik bende kalsın “ dermişim gibi bir his var. Şiirdeki garip
mefhumu üzerinde bugün bir yazı yazmağa kalksam herhalde aynı şeyleri
yazmam. Onları beş sene evvel yazmıştım. Beş sene sonra da aynı şeyleri
söliyecek olduktan sonra ne diye yaşadım? O günden ölseydim olmazmıydı?
1941 senesinde söylediklerim , 1616senesinde 52 yaşında iken ölen
Shakespear’in , 377 yaşında söylemesi lâzım gelen sözlerdi. Aynı şekilde
, bundan yüz sene sonra yaşayacak bir şairin sözleri de benim yüz otuz
bir yaşında düşüneceğim şeyleri anlatmalıdır.
Bir oluş , bir kendimize geliş devrindeyiz. Dilimizin , günden güne bile
, ne kadar değiştiğini farketmiyorsanız benim bir bu yazıma , bir de o
zamanlar neşrettiğim Garip’e bakın. Göreceksiniz ki fark çok büyük. Bu
farkın bütün günahını sakın benim omuzlarıma yüklemeyin ; işin , değişen
, daha ileriye , daha güzele giden bir cemiyetin işi olduğunu
anlarsınız. Bu gidişe ayak uydurmamış insanlarla da karşılaşmanız kabil.
Ama her ileriye gidişte bir sürü döküntü bırakmıyor , bir sürü fire
vermiyor muyuz? Hattâ , çok kere , o döküntüler ayaklarımıza takılıp
bizim de yolumuzda yürümemize engel olmuyorlar mı?

Yazdıkça farkediyorum ; Garip ‘in müdefasını kalkışmış gibi bir halim
var. Garip ‘i kimseye karşı değil , kendime karşı müdefa etmek isterim.
Garip’i başkalarından evvel kendime karşı müdefa etmek isteyişim ,
ondaki kusurları , başkalarından çok kendim bildiğim içindir. “ Benden
başka bilen yoktur “ demiş gibi de olmayalım ; başkalarından kasdıra
kitabım hakkında söz söylemiş olanlardır. Bunların içinden , üzerinde
durulmağa değer , bir tek tenkid yazısı hatırlıyorum. O tenkidi yazan
zat , fikirlerine gerçekten inandığım bir dostumdu. Cemiyete bağlı bir
sanatın , ferdin ruhî hayatile ilgilenemiyeceğini söylüyordu. Ben ferdin
ruhî hayatının cemiyetten büsbütün ayrı bir hadise olduğunu ileri
sürmemiştim ki. Yoksa o dostum mu işi böyle telâkki ediyor? Etmemesi
lâzım. Çünkü zıd nazariyelerin benim kadar uzlaştırıcı olmayan
taraftarları bile , sırasında , kendi fikirlerini karşı tarafın
iddiaları ile tamamlıyorlar. Meselâ hiçbir Freud’cü yoktur ki şuuraltına
itilen temayüllerin oraya cemiyetler tarafından itildiğini , dolayısı
ile şuuraltı dediğimiz âlemin meydana gelmesinde cemiyetin pek büyük bir
payı olduğunu kabul etmesin. O zaman söylememişsem şimdi söyliyeyim ;
şuuraltı’nı bir varlık değil , bir fikrin izahı için ileri sürülmüş bir
mefhum diye kabul ediyorum. Hani birtakım insanların Allahı kabul
etmeleri gibi.

Bu bahsi derinleştirmek isterdim. Ama söyliyeceğim sözlerin âlimâne
olmasından korkuyorum. Şiir hakkında âlimâne olmadan da söylenebilicek
sözler var. Fakat Garip’i yazdığım zaman , daha ziyade , garipliğin
nereden geldiğini düşünüş , şiirin kıymetleri üzerinde o kadar
durmamıştım. Gerçi o kıymetleri , o vakitler , pek de bilmiyordum ya.
Ama bugün öyle değil. Şiir üzerinde hem tecrübem hem bilgim. Bununla
beraber o tecrübeleri , o bilgileri anlatmak bana , şu anda , o
günkünden daha güç görünüyor. Daha doğrusu , anlatılmasından ziyade ,
anlaşılmasının güç olacağını sanıyorum. Hoş , böyle olmasa da ,
söyliyeceğim sözler neye yarayacak bilmem. Fikir tarihi , bir fikir
madrabazlığı tarihinden başka bir şey değil. Bugüne gelinceye kadar bir
sürü şeyler söylenmiş. Ama , gerçek olarak ne söylenmiş? Bir aralık ,
bir arkadaşım “ Sanat bahislerinde aksini isbat edemiyeceğim mesele
yoktur “ demişti. Aksi isbat edilemiyecek mesele yoktur demek isbat
edilecek mesele yoktur demektir. Mademki isbat edilecek mesele yok ; ne
diye düşünüyor , ne diye konuşuyor , ne diye yazıyoruz? Sanattan
bahsetmek de , sanatla uğraşmak gibi , kaçınılmaz , şifa bulmaz bir
hastalık mı yoksa?



YAHYA KEMAL BEYATLI

Asıl adı Ahmed Agâh olan Yahya Kemal, 2 Aralık 1884'te Üsküp'te
doğmuştur. Üsküp Belediye Başkanı Nişli İbrahim Naci ile şair Lefkoşçalı
Galip'in yeğeni olan Nakiye Hanım'ın oğludur. Yahya Kemal, "islâm
tesettürünün en şedîd bir muhitinde doğduğunu, yaşadığını ve öldüğünü"
söylediği annesinin okuma-yazma bilmediğini ve "çok kuvvetli mutekid
olduğunu" belirtmektedir. Çocukluk yıllarını, sonradan şiirnie de
yansıyacak olan Rakofçi Çiftliği'nde geçiren Yahya Kemal, önce,
babasının "eti senin kemiği benim" sözleriyle Gani Efendi adlı Hoca'ya
teslim ettiği Yeni Mektep'e gitmiş, ancak buradaki öğrenciliği pek
başarılı geçmeyince Üsküp'te yeni açılan Mekteb-i Edep'e kaydedilmiştir.
Kendisi bu okul değiştirme olayına değinirken, "bu bana müslümanlıktan
çıkmak gâvurluğa karışmak gibi bir şey göründü.(...) Yeni Mekteb'den
Mekteb-i Edep'e geçişim Şark'tan Avrupa'ya geçişim oldu" demektedir.

Yahya Kemal daha sonra Üsküp İdadisi'ne girmiş (1892), ailesini
Selanik'e nakledince oradaki İdadi'ye girmiş, annesinin ölmesi,
babasının yeniden evlenmesi üzerine tekrar Üsküp'te okumak zorunda
kalmıştır. 1902'de yatılı olarak Selanik'te okumuş, bir süre tekrar
Üsküp'te okuduktan sonra İstanbul'a gönderilmiştir (1902). İstanbul'da
Vefa İdadisi'nde okuyan Yahya Kemal, Mühendishane mezunu olan ancak
ilerici düşüncelerinden ötürü askerlikten çıkarılan Serezli Zeki Bey'in
etkisinde kalarak Jön Türk olmak üzere Paris'e kaçmıştır (1903).

Şunları yazmaktadır: "Alafranga neslin bir çok çocukları gibi bir Paris
sevdasına tutulmuştum. (...) Memleketi zindan, Avrupa'yı nurlu bir âlem
gibi görüyordum. İstanbul'un hafiyelik havasından ürkmüştüm. (...) Kendi
millî muhitimin cenderesinden kurtulmak, Tevfik Fikret'in şiirinde,
Halid Ziyâ'nın nesrinde ve bu iki müteceddidin peşine takılmış gençlerin
eserlerinde, Fransızcadan tercüme edilmiş romanlarda gördüğüm âleme
atılmak istiyordum".

Paris'te bir yıl yatılı olarak Meaux Okulu'nda okuyup Fransızcasını
ilerleten Yahya Kemal, daha sonra Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu'na
girmiştir (1904). Bu sırada Ahmed Rıza, Abdullah Cevdet, Samipaşazade
Sezai, Prens Sabahattin gibi ileri gelen Jön Türkler'le ilişki kuran
Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi Hisar ve sonradan Türkiye Komünist
Partisi'nin lideri olan Şefik Hüsnü ile dost olmuş, 1912 yılında
İstanbul'a dönmüştür. Dokuz yıl kaldığı Paris'ten İstanbul'a dönüşü
talihsiz bir savaş gününe rasgelmektedir: "İtalya'nın Trablusgarp'u
istilâsı münâsebetiyle Boğazlar kapalıydılar".

İstanbul'a dönen Darüşşafaka'da edebiyat ve tarih öğretmenliği yapan
(1913) Yahya Kemal, Medretü'l-Vaazin'de de uygarlık tarihi dersleri
vermiştir (1914). Daha sonra Darülfünun'da uygarlık tarihi, batı
edebiyatı tarihi ve Türk edebiyatı tarihi derslerinde "müderris" olarak
görev almış (1916-1919), Mütareke'den sonra Ati, İleri, Tevhid-Efkâr
Hakimiyet-i Milliye gazetelerinde ve arkadaşlarıyla çıkardığı Dergâh
dergisinde Millî Mücadele'yi destekleyen yazılar yazmıştır. Barış
antlaşması için Lozan'a giden heyette danışman olarak yer almış (1922),
daha sonra Urfa milletvekili olmuştur (1923).

Cumhuriyet'in ilânından sonra Varşova (1926) ve Madrid'te (1929) orta
elçi olarak görev yapan Yahya Kemal, Madrit'teyken Lizbon elçiliğini de
yürütmüştür (1931). Daha sonra Yozgat (1934-35), Tekirdağ (1935-1943),
ve İstanbul (1943-1946) milletvekili seçilmiş halkevleri sanat
danışmanlığı yapmış ve Pakistan Büyükelçisi iken emekli olmuştur (1949).


Yahya Kemal hiç evlenmemiş, ömrünün son yıllarını Park Otel'de
geçirmiştir. Tutulduğu müzmin bağırsak kanamasının tedavisi için Paris'e
gitmiştir (1957), ancak iyileşememiş ve bir yıl sonra aynı hastalıktan
kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi'nde ölmüştür (1958). Ölümünden sonra
İstanbul'da Yahya Kemal'i Sevenler Derneği ile Yahya Kemal Enstitüsü
kurulmuş, bir Yahya Kemal Müzesi açılmıştır. Beşiktaş'taki Barbaros
Serencebey Parkı'na heykeli dikilmiştir.

Yazın Yaşamı

Daha Selanik İdadisi'nde "Esrâr" takma adıyla şiirler söyleyen Yahya
Kemal , "şiire bir aşkla başladım" demekte, ilk şiirini mahallelerinde
oturan Redife adındaki genç kız için "türkü güftesi olarak" yazdığını
belirtmektedir. İlk yayımlanan şiirinin, hiç görmediği İstanbul'u
"tasvir eden" "Hâtıra" adlı ve "mübtedi gençlerin pek bilmediği muzâri
vezni ile yazılmış bir manzume olduğun" belirten Yahya Kemal, bu ilk
ürününün İstanbul'da yayımlanan Terakkî mecmuasında çıktığını
bildirmektedir. İstanbul'a geldikten sonra Tevfik Fikret'in, Cenap
Şahabettin'in şiirlerini tanıyan Yahya Kemal, Servet-i Fünun şiirinin
etkilerini taşıyan gençlik şiirlerini Ağâh Kemal imzasıyla İrtika,
Mâlumat dergilerinde yayımlamıştır. Bu yıllarda, akrabalarından
Abdurrahmanpaşazade İbrahim Bey'in evinde Hacı Arif Bey yönetiminde
yapılan icra fasıllarını izleyerek Türk müziğini yakından tanımış,
klasik bestecilerimizi derinden anlayıp sevmiştir.

Paris'te bulunduğu yıllarda Fransız sembolistlerinin yapıtlarına
yakınlık duyan yahya Kemal, şunları yazmaktadır: "Gerçi Hugo'yu iyi
anlıyordum, gerçi Gautier'yi ve De Banville'i iyi anlıyordum, gerçi
Baudelaire ve Verlaine'i sıtmalı bir ibtilâ ile seviyordum, gerçi şahsî
şairliğin en son nümuneleri olan Maeterlinck, Verhaeren gibi şiirleri
yakından biliyordum, lâkin zevkim, bütün bu şairlere nisbetle çok geri
sayılan Jose Maria de Heredia'nın şiiri üzerinde durmuştu".

Yahya Kemal Heredia aracılığıyla, sonraki yıllarda şiir anlayışını
kökten değiştirmesine yol açacak Latin ve Yunan şiirini tanımış,
Heredia'nın sonnet'lerinde "şiirin asıl madenine eliyle dokunduğu"
duygusuna kapılmıştır. Paris'te Yahya Kemal'i derinden etkileyen ve
tarih görüşünün oluşmasını sağlayan ikinci kişilik Albert Sorel
olmuştur.

Bu iki etkiyle Türkiye'ye dönen Yahya Kemal, 1918'de Yeni Mecmua'da
yayımladğı şiirleriyle büyük ilgi uyandırmış, daha sonra Edebî Mecmua,
Şair, Büyük Mecmua, Şair Nedim, Yarın, İnci ve kendi kurduğu Dergâh
dergilerinde yer alan yapıtlarıyla kendisini bir yol açıcı olarak kabul
ettirmiştir. Bir anlamda modern Türk şiirinin başlatıcısı sayılan Yahya
Kemal, "Hayal Şehir" adlı şiiriyle İnönü Sanat Armağanı'nı kazanmıştır
(1948).

Yahya Kemal'in yapıtları ölümünden sonra, sağlığında kendisinin tasarladığı başlıklar altında yayımlanmıştır.

Yapıtları

Şiir:

Kendi Gökkubbemiz (1961), Eski Şiirin Rüzgârıyle (1962),
Rubâîler-Hayyam'ın Rubâîlerini Türkçe Söyleyiş (1963), Bitmemiş Şiirler
(1976),

Düz Yazılar :

Aziz İstanbul (1964), Eğil Dağlar (1966- Millî Mücadele yazıları),
Siyasî Hikâyeler (1968), Siyasî ve Edebî Portreler (1968), Edebiyata
Dair (1971), Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım (1973),
Tarih Musahabeleri (1975), Mektuplar ve Makaleler (1977

NECİP FAZIL KISAKÜREK.!

1905 yılının 25 Mayıs'ında İstanbul'da doğdu.

Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyükbabasının
İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti. Maraş’lı bir soydan gelen
şair, ilk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile
Heybeliada’daki Bahriye Mektebin'de (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı.
Lisedeki hocaları arasında dönemin pek çok ünlüleri vardı: Yahya Kemal,
Ahmet Hamdi(Akseki), İbrahim Aşki gibi...

İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten (1924) sonra
gönderildiği Fransa'da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümünde okudu.
Paris'te geçen bohem günlerinden sonra, Türkiye'ye dönüşünde Hollanda,
Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı.
Robert Koleji, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet
Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde
hocalık yaptı (1939-43). Sonraki yıllarında fikir ve sanat çalışmaları
dışında başka bir işle meşgul olmadı.

Şairliğe ilk adımını on yedi yaşında iken, annesinin arzusuyla başladı
ve ilk şiirleri Yeni Mecmua'da yayımlandı. Milli Mecmua ve Yeni Hayat
dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirdikten sonra, Paris
dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu
çok genç yaşta çağdaşı şairlerin en önüne çıkararak edebiyat
çevrelerinde büyük bir hayranlık ve heyecan uyandırdı. Henüz otuz yaşına
basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile en az
öncekiler kadar takdir toplamayı sürdürdü.

Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir
dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten
de hayatının yeni bir dönemine başlangıç olur. Bohem hayatının en koyu
rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan
Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz.

Necip Fazıl'ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu
tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme
rastlar. Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri büyük ilgi görür.
Bu eserlerden Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü
oyunlarındandır.

Necip Fazıl'ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar önemli yönü, çıkardığı
dergilerle düşünce hayatımıza kattığı zenginlik ve bu dergilerde çıkan
yazılarla sürdürdüğü mücadeledir. Haftalık Ağaç dergisi (1936,17 sayı)
dönemin ünlü edebiyatçılarının toplandığı bir okul olmuştur. Büyük Doğu
dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine
şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda
davada yüzlerce yıl hapsi istendi. 163. maddeye aykırı bulunan yazıları
ve kimi zaman da bulunan bahanelerle birkaç yılda bir hapse mahkum oldu.
Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır.

Sık sık kapatılan ve çeşitli bahanelerle toplatılan Büyük Doğu'nun
çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul,
Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman
gazetelerinde yayımlandı. Büyük Doğu'da çıkan yazılarında kendi imzası
dışında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi müstear isimler kullandı.
1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde verdiği
konferaslarla büyük ilgi topladı. Başta İdeologya Örgüsü (1959) olmak
üzere düşünce eserleriyle kültür hayatımıza verdiği büyük hizmet, diğer
tüm yönlerini bile geride bırakacak üstünlüktedir.

1980'de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü, 'İman ve İslam Atlası' adlı
eseriyle fikir dalında Milli Kültür Vakfı Armağanı'nı (1981), Türkiye
Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü'nü (1982) almıştır. Ayrıca Türk
Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin
Sultanı) ünvanını kazanmıştır.

Necip Fazıl Kısakürek, 1983 yılının (doğduğu gün olan) 25 Mayıs'ında vefat etti

_________________
Ölümün gizli provasıdır ayrılık...!

Belki bir AŞK'a dört nala at sürmedim ama b'AŞK'a bir AŞK'a hep yalın ayak sürgün yedi yüreğim..

!!""Okudugum her Masalda  hep bir kahraman oldum Ama en cok kedi MaSaLiM,da yoruldum..

Hayatimda Oyle Bir Cumlesin,ki  Sana Nokta koyamiyorim

Tanridan kacarken tutuklu kaldim sana MEBEDIMSIN..

[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://birsevdamasali.yetkin-forum.com
 
YAŞAR KEMAL..!
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Mustafa Kemal ******ün ölümü Vefatı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Bir Sevda Masali :: Turkiye& Dinimiz :: Dunyadan ve Turkiyeden haberler-
Buraya geçin: