M@S@L Admin
Mesaj Sayısı : 5584 Yaş : 53 Reputation : 13 Kayıt tarihi : 14/02/07
| Konu: YAŞAR KEMAL..! C.tesi Mart 17, 2012 2:31 pm | |
| Asıl adı Kemal Sadık Göğçeli olan Yaşar Kemal Kadirli Cumhuriyet İlkokulundan sonra girdiği Adana Birinci Ortaokulundaki öğrenimini son sınıftayken bırakan Yaşar Kemal inşaatlarda denetçilik,çiftlik katipliği,pirinç tarlalrında bekçilik,batoz ırgatlığı,arzuhalcilik gibi işlerde çalıştı.Bu yıllarda,roman ve öykülerinde işleyeceği yaşamı ve sorunları gözlemlerken,bir yandan da kendisini yetiştirdi.İstanbula geldikten sonra(1951) uzun bir süre Cumhuriyet Gazetesinde yurt haberleri servisinde çalıştı.Daha sonra serbest yazarlığa başladı.Ant dergisinin (1967-1971) kurucuları arasına katıldı.1973te Türkiye Yazarlar Sendikasının kuruluşunda görev aldı,bu sendikanın genel başkanlığını yaptı (1974-1975).
Sanat yaşamına koşma biçiminde şiirlerle başlayan Yaşar Kemalin ilk şiiri, Adana Halkevinin Görüşler adlı dergisinde yayımlanan Seyhandır(1939).Yaşar Kemal folklorla ilgilenerek çeşitli derlemeler ve araştırmalar yaptı.Bunlardan Çifte Çapa Manileri,aynı dergide yayımlandı(1942).Ağıtlar adlı derlemesi de Adana Halkevince bastırıldı.Bu yıllarda Ülkü (1942),Kovan (1943),millet (1943),Beşpınar (1943) gibi dergilerde yayımlanan şiirlerde asıl adını kullandı.Cumhuriyet Gazetesine girdikten sonra,bu gazetesine girdikten sonra bu gazetede Yaşar Kemal adıyla yayımlanan röportajlarıyla ünlendi. Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün röportajıyla Gazeteciler Cemiyetinin verdiği ilk röportaj ödülünü aldı (1955).Bu arada öyküye yönelerek Sarı Sıcak adıyla kitaplaşan öykülerini yazdı (1952).İnce Memed 1 (1955) kendisine Varlık Roman Armağanını kazandırarak ününü yaygınlaştırdı.yurt içinde kendi oyunlaştırdığı Teneke ile 1966da İlhan İskender ve Ankara Sanatseverler Derneği ödüllerini aldı; 1984te TÜYAP Edebiyat Halk Ödülünü ,1985te Sedat Simavi Vakfı Ödülünü kazandı.1992de Kültür Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünü ve TÜYAP Onur Ödülünü aldı.1993te Pariste oluşturulan Dünya Kültürleri Akademisinin kurucu üyeliğine seçildi.Yapıtları yabancı dillere en çok çevrilen Türk yazarları arasında yer alan Yaşar Kemal'n Yer Demir Gök Bakır romanı Fransız Eleştirmenler Birliğince 1977 yılının en iyi yabancı romanı seçildi.Yerin Öte Yüzü üçlemesi (Orta Direk,Yer Demir Gök Bakır,Ölmez Otu) Fransada yılın en iyi kitabı ödülünü aldı.Yaşar Kemal 1982de gene aynı ülkede Uluslar arası Del Duca Ödülü,1984te Legion dhonneur nişanı verildi.Çeşitli kuruluşlarca Nobel Edebiyat Ödülüne aday gösterildi.
BEHÇET NECATİGİL..! Behçet Necatigil, 16 Nisan 1916'da İstanbul'un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa'da doğdu.
Kastamonu'lu olan babası Mehmet Necati Gönül, dersiam vaizdi. Uzun yıllar İstanbul'da, Beyoğlu ilçesinde müftülük yaptıktan sonra Sarıyer müftülüğünden emekli oldu.
Annesi Fatma Bedriye Hanım, Geyve'li müderris hafız İbrahim Hakkı Efendi'nin kızıydı. Sanatkâr ruhlu, duyarlı bir hanım olan annesi Fatma Bedriye Hanım (1896-1918), "mide humması" olarak tanımlanan hastalığının nekahat dönemindeyken, yaşadıkları konak, büyük Fatih yangınında yandı ve Bedriye Hanım yangından son anda kurtarılabildi. Geçirdiği hastalık nedeniyle çok zayıf düşen bünyesi, bu yangının şokunu atlatamadı ve Necatigil, iki yaşındayken annesini kaybetti. Bir süre Karagümrük'te oturan anneannesi ile birlikte yaşadı. Bir yıl sonra babası, Beşiktaş'ta bir saray memurunun kızı olan Saime Hanım'la evlenince, Necatigil için anneannesinin evi ile babasının evi arasında geçecek bir dönem başladı.
Babası Necati Efendi'nin ikinci evliliğinden iki kızı oldu (Sabahat, 1921 ve Fahamet, 1923). Behçet Necatigil ilkokula başlayacağı yıl, anneannesinin de hastalanması üzerine, Karagümrük'ten Beşiktaş'a, babasının yanına geri döndü ve 1923'de Beşiktaş Cevri Usta Okulu'na başladı.
Babasının Singer Dikiş Makineleri firmasında müfettiş olarak işe başlaması ve ailesiyle birlikte Kastamonu'ya taşınmasıyla, Necatigil ilkokul son sınıfı Kastamonu Muallim Tatbikat Mektebi'nde okudu ve 1927'de mezun olarak Kastamonu Lisesi'nde ortaöğrenimine başladı.
Ancak, yıllar önce yetersiz beslenme ve bakımsızlık nedeniyle başlamış olan hastalığı "adenit tüberküloz" yüzünden öğrenimine ara vermek zorunda kaldı. Aile yeniden İstanbul'a taşındı. İstanbul'da ameliyatlar ve elektrik tedavileriyle geçen uzunca bir süreden sonra öğrenimine 1931 yılında Kabataş Lisesi'nde, orta ikinci sınıftan yeniden başladı ve 1936'da okulun edebiyat bölümünden birincilikle mezun oldu.
Edebiyata ilgisi, Kastamonu'da, ortaokul yıllarında başladı. İyi bir raslantı sonucu edebiyat öğretmeni olan şair Zeki Ömer Defne, onu hep destekledi ve yazması için teşvik etti. O yıllardan kalan bir kompozisyon defterinde Zeki Ömer Bey'in 23.1.1930 tarihli şu cümleleri var: "Yarının iyi bir kalemine sahipsin. Boş durma, oku!"
Necatigil ortaokul yıllarında bir de dergi çıkarmaya başladı. Kendi ifadesiyle "17 ekim 1927'den itibaren eskilerin eser-î cedid dedikleri kağıtları "El-Marifet" matbaası adını verdiği hususi matbaasında(yani kendi el yazısıyla) doldurarak hazırladığı Küçük Muharrir adındaki bu dergi, 14. sayısı ile birlikte birinci cildini kapamış ve iki yıllık bir tatilden sonra 20 haziran 1932'den itibaren ikinci cildine başlayarak 12 sayı daha çıkmış". Bugüne kadar saklanmış olan bu dergilerin okuyucuları arkadaşları ve akrabalarıydı.
Aynı yıllarda, Akşam gazetesinin haftalık Çocuk Dünyası sayfasına Küçük Muharrir imzasıyla şiirler,fıkralar, hikâyecikler yazmaya başladı. 1931-1933 yılları arasında sürdürdüğü bu çalışmalarının karşılığında, yıllar sonra yaptığı bir röportajda dediğine göre, dergi yönetiminden telif ücreti de aldı ya çikolata, ya da bonbon olarak!
Necatigil Kabataş Lisesi'ni bitirdikten sonra öğrenimine Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde devam etti. Bu arada Alman Filolojisi'ndeki bazı derslere konuk öğrenci olarak katıldı ve ilk ders yılı sonunda "Deutscher Akademischer Austauschdienst" kuruluşunun davetlisi olarak bursla Berlin'e gönderildi; dört ay Almanya'da kalarak Berlin Üniversitesi'nin dil kurslarına devam etti.
Yüksek öğrenimini 1940 yılında tamamlayarak okuldan birincilikle mezun oldu. Aynı yıl Kars Lisesi'ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. İklim koşullarına uyum sağlamakta güçlük çekip hastalanması üzerine 1941 yılında Zonguldak Çelikel Lisesi'ne, 1943 Mart ayında da İstanbul'a, Pertevniyal Lisesi'ne tayin edildi. İki ay sonra, yaz dönemine girince yedek subaylık için başvurarak Ankara'ya gitti. Temel eğitim sonrası askerlik görevini İzmir'de levazım subayı olarak yaptı (Ekim 1943- Kasım 1945) ve terhis olmasının ardından İstanbul'a, on beş yıl süreyle çalışacağı Kabataş Lisesi'ne tayin edildi (Aralık 1945). İlk şiir kitabı "Kapalı Çarşı" da aynı yıl yayımlandı.
Yine aynı yıl, İstanbul Üniversitesi Alman Filolojisi'ne kaydını yaptırarak iki yıl süreyle, öğretmenliği ve öğrenciliği birlikte sürdürdü. İki yıl sonra, lisedeki ders saatleri arttığı için, modern Almanca sertifikası alarak Alman Filolojisi'ndeki öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kaldı.
Zonguldak'tan İstanbul'a döndükten bir süre sonra, 1948 yılında Edebiyat Fakültesi öğrencisi olan ve o dönemde Sarıyer Ortaokulu'nda stajyer öğretmen olarak çalışan Huriye Korkut ile tanıştı. Ağustos 1949'da Necatigil'in ailesinin yaşadığı Beşiktaş, Valideçeşmesi, Dibekçi Kamil Sokağı (şimdi Enis Akaygen Sokağı), 22 numaralı evde, aile arasında kıyılan bir nikahla evlenerek yine Valideçeşmesi, Setüstü Sokak, 22 numaralı kiralık eve taşındılar.
1951 yılında ilk kızları Selma dünyaya geldi. 1955 yılında, Beşiktaş Camgöz Sokağı'ndaki 22 numaralı ahşap evi satın alarak oraya taşındılar. 1957 yılında küçük kızları Ayşe doğdu. 1964 yılında yine Beşiktaş'ta, Nüzhetiye Caddesi üzerindeki Deniz Apartmanı'nın bir dairesini satın alarak oraya taşındılar. Necatigil, ölümüne dek bu apartmanın 23 numaralı dairesinde yaşadı.
Necatigil, 1960 yılında Çapa Eğitim Enstitüsü'ne tayin edildi ve 1972 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Emeklilik dönemini, evinde yoğun bir biçimde çalışarak geçirdi.
1979 yılının Kasım ayında akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'ne yatırıldı. Kısa bir tedavi döneminin ardından, 13 Aralık 1979 tarihinde aramızdan ayrıldı. İstanbul'da Zincirlikuyu mezarlığında yatıyor.
Ölümünden sonra ailesi tarafından konulan Necatigil Şiir Ödülü, 1980'den beri verilmektedir.
1960 yılında yayımlanan Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü'nde, şiir serüvenini şöyle özetlemiş: "İlk şiiri lisede öğrenciyken, Varlık dergisinde çıkmıştı (Ekim 1935). Şiirde kırk yılını, doğumundan ölümüne, orta halli bir vatandaşın, birey olarak başından geçecek durumları hatırlatmaya; ev-aile-yakın çevre üçgeninde, gerçek ve hayal yaşantılarını iletmeye, duyurmaya harcadı. Arada biçim yenileştirmelerinden ötürü yadırgandığı da oldu, ama genellikle, eleştirmenler, onun için, tutarlı ve özel bir dünyası olan bir şair dediler."
Necatigil'in "Eski Sokak" şiirine konu olan Camgöz Sokağı'nın adı artık "Behçet Necatigil Sokağı". Ölümünün ardından, 1987 yılında yakın arkadaşlarının çabaları ve basının da desteğiyle, yaklaşık on yıl yaşadığı sokağın adı Belediye tarafından "Behçet Necatigil Sokağı" olarak değiştirildi.
Şehr-i İstanbul Derneği de sanatçıların evlerini belgelemek amacıyla yaptığı çalışma kapsamında, 19 Mart 2005 günü düzenlenen bir törenle Behçet Necatigil'in 1964 yılından 1979 yılında ölümüne dek yaşadığı Deniz Apartmanı'nın girişine bir plaket koydu.
ORHAN VELİ KANIK..! Orhan Veli Kanık 13 Nisan 1964te , İstanbulda doğdu. Galatasarayda başladığı öğrenimini , kısa bir süre sonra babasının atandığı Ankarada sürdürdü. Liseyi bitirince İstanbula gelerek Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne girdiyse de , bir süre sonra öğrenimini yarım bıraktı. 1936da Ankaraya döndü ve askere gidene kadar PTT Genel Müdürlüğünde memurluk etti. Yedek subaylığını tamamlayınca , iki yıl kadar , gene Ankarada Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosunda çalıştı.1947de , bu kurumda antidemokratik bir hava esmeye başladığını söyleyerek istifa etti. 1 Ocak 1949da yayımlamaya başladığı , on beş günde bir çıkan , iki sayfalık yaprak dergisini 15 Haziran 1950ye kadar yirmi sekiz sayı sürdürdü.
Dergiyi çıkaramayacağını anlayınca Ankaradan ayrılıp İstanbula gitti. Gene o yılın kasım ayı içinde , bir haftalığına geldiği Ankarada bir gece , yolda , tamirat için kazılmış bir çukura düşerek ayağından yaralandı. İstanbula döndükten bir iki gün sonra bir arkadaşının evindeyken birdenbire fenalaşarak kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesinde , 14 Kasım 1950de beyin kanamasından öldü. Varlık Yayınevi , Orhan Velinin beklenmedik ölümü üzerine , okurlardan gelen istekler doğrultusunda , Bütün Şiirleri adlı bir kitap derledi. Birinci basımı 1951de yapılan bu kitapta , şairin 1945-1949 yılları arasında basılan beş kitabıyla , çoğu varlık dergisinde çıkmış olan ilk şiirleri bir araya getiriliyordu.
Orhan Veli , şiirlerinin yanısıra düz yazı şeklinde de yazı yazmış , çeviriler yapmıştır. La Fontainenin masallarını dilimize çevirmiş ve bu çevirisiyle de ün yapmıştır. İlk şiirlerinde hece veznini ve kafiyeyi kullanmışsa da 1940tan sonra vezni atmış , kafiyeyi umursamamıştır. Yeni şiire öncülük etmiştir. Ona göre şiirin görevi , gördüklerini , olduğu gibi , süslemeden verebilmekti. Şiirlerinin çoğunda bir olayı , bir hikayeyi yaşatır gibidir. Bunların çoğunda kahraman kendisidir.
Orhan Velinin bir özelliği de İstanbula olan aşırı tutkusu ve şiirlerini onunla doldurmasıdır. Yalnız onun İstanbulu tarih , saat ve kültür İstanbulu değildir. Cıvıl cıvıl insanları , çiğnenmiş kaldırımları , yaşanmış aşkları , denizi , balıkları , rüzgarları , manzaraları ile insanı büyüleyen İstanbuldur. Orhan Veli , özellikle son zamanlarında toplumu hicveden , sosyal çekişme eğilimli şiirler yazdı. Orhan Velinin eserleri ; ( şiir kitapları ) Garip ( 1941 ) , Vazgeçemediğim ( 1945 ) , Destan ( 1946 ) , Yenisi ( 1947 ) , Karşı ( 1949 ) .
Çevirileri ; La Fontainenin Masalları ( 1943 ) , Fransız Şiiri Antolojisi. Ayrıca halk diliyle nazma çektiği Nasrettin Hoca Hikayeleri adlı akımını başlatarak kazandı. Garipin Orhan Velinin kaleme aldığı önsözünde, ölçü ve uyağın şiiri yozlaştırdığı vurgulanıyor. Orhan Veli Garip için şunları yazmıştır ; Güçlüklere , bir başına da olsa , karşı koyan insan kuvvetli insan olmalı. Ben bunu yalnız kalıp da ümitsizlik içinde olduğunu hissettiğim anlarda daha iyi anladım. Bununla beraber , senelerden beri , o kadar çok zamanlar yalnız kaldım ki bu hale âdeta alışır , hattâ kuvvetli olmanın gururunu duyabilmek için zaman zaman yalnızlığı arar oldum. Şu anda gurur diye isimlendirdiğim bu his başlangıçta bir avunma yolu idi. Hayatlarının , benim gibi , ıstırapla dolu olduğunu sananlar , eseri vardır.
Orhan Veli Kanık asıl ününü lise arkadaşları Oktay Rıfat ve Melik Cevdet Ardayla birlikte yayımladığı Garip adlı kitabın adıyla anılan şiir buna benzer bir sürü avunma çareleri bulmuşlardır. Bu çareler , o yalnız kalmış insanların , yalnızlık anlarındaki arkadaşlarıdır. Hayatın karşısında , hatta sırasında ölümün karşısında , ancak bu arkadaşların yardımı ile tutunabiliriz. Benim , yukarıda bahsettiğim gurura benzer , birkaç arkadaşım daha var. Vakit olsa da sizinle , onlar hakkında konuşabilsem. Ne iyi olur! Ama , Garip için yazacağım bir yazıda işi dertleşmeğe dökersem belki de bana kızarsınız. Onun için , size şimdilik , bunların yalnız bir tanesinden bahsedeyim. Hiçbir yaptığımdan pişman olmayacağım. diye bir karar vermişliğiniz var mıdır? Benim vardır. Çok da faydasını gördüm. Bundan bir hayli zaman evvel böyle bir karar vermemiş olsaydım, üzüntülü günlerimin sayısı muhakkak ki daha fazla olurdu. Bu arada 1941 senesinde Garip adlı bir kitap neşretmişim diye döğünür durur, hele onun yeniden basılmasına dünyada razı olamazdım. Garip yeniden basılırken , içimde böylece yiğitlik bende kalsın dermişim gibi bir his var. Şiirdeki garip mefhumu üzerinde bugün bir yazı yazmağa kalksam herhalde aynı şeyleri yazmam. Onları beş sene evvel yazmıştım. Beş sene sonra da aynı şeyleri söliyecek olduktan sonra ne diye yaşadım? O günden ölseydim olmazmıydı? 1941 senesinde söylediklerim , 1616senesinde 52 yaşında iken ölen Shakespearin , 377 yaşında söylemesi lâzım gelen sözlerdi. Aynı şekilde , bundan yüz sene sonra yaşayacak bir şairin sözleri de benim yüz otuz bir yaşında düşüneceğim şeyleri anlatmalıdır. Bir oluş , bir kendimize geliş devrindeyiz. Dilimizin , günden güne bile , ne kadar değiştiğini farketmiyorsanız benim bir bu yazıma , bir de o zamanlar neşrettiğim Garipe bakın. Göreceksiniz ki fark çok büyük. Bu farkın bütün günahını sakın benim omuzlarıma yüklemeyin ; işin , değişen , daha ileriye , daha güzele giden bir cemiyetin işi olduğunu anlarsınız. Bu gidişe ayak uydurmamış insanlarla da karşılaşmanız kabil. Ama her ileriye gidişte bir sürü döküntü bırakmıyor , bir sürü fire vermiyor muyuz? Hattâ , çok kere , o döküntüler ayaklarımıza takılıp bizim de yolumuzda yürümemize engel olmuyorlar mı?
Yazdıkça farkediyorum ; Garip in müdefasını kalkışmış gibi bir halim var. Garip i kimseye karşı değil , kendime karşı müdefa etmek isterim. Garipi başkalarından evvel kendime karşı müdefa etmek isteyişim , ondaki kusurları , başkalarından çok kendim bildiğim içindir. Benden başka bilen yoktur demiş gibi de olmayalım ; başkalarından kasdıra kitabım hakkında söz söylemiş olanlardır. Bunların içinden , üzerinde durulmağa değer , bir tek tenkid yazısı hatırlıyorum. O tenkidi yazan zat , fikirlerine gerçekten inandığım bir dostumdu. Cemiyete bağlı bir sanatın , ferdin ruhî hayatile ilgilenemiyeceğini söylüyordu. Ben ferdin ruhî hayatının cemiyetten büsbütün ayrı bir hadise olduğunu ileri sürmemiştim ki. Yoksa o dostum mu işi böyle telâkki ediyor? Etmemesi lâzım. Çünkü zıd nazariyelerin benim kadar uzlaştırıcı olmayan taraftarları bile , sırasında , kendi fikirlerini karşı tarafın iddiaları ile tamamlıyorlar. Meselâ hiçbir Freudcü yoktur ki şuuraltına itilen temayüllerin oraya cemiyetler tarafından itildiğini , dolayısı ile şuuraltı dediğimiz âlemin meydana gelmesinde cemiyetin pek büyük bir payı olduğunu kabul etmesin. O zaman söylememişsem şimdi söyliyeyim ; şuuraltını bir varlık değil , bir fikrin izahı için ileri sürülmüş bir mefhum diye kabul ediyorum. Hani birtakım insanların Allahı kabul etmeleri gibi.
Bu bahsi derinleştirmek isterdim. Ama söyliyeceğim sözlerin âlimâne olmasından korkuyorum. Şiir hakkında âlimâne olmadan da söylenebilicek sözler var. Fakat Garipi yazdığım zaman , daha ziyade , garipliğin nereden geldiğini düşünüş , şiirin kıymetleri üzerinde o kadar durmamıştım. Gerçi o kıymetleri , o vakitler , pek de bilmiyordum ya. Ama bugün öyle değil. Şiir üzerinde hem tecrübem hem bilgim. Bununla beraber o tecrübeleri , o bilgileri anlatmak bana , şu anda , o günkünden daha güç görünüyor. Daha doğrusu , anlatılmasından ziyade , anlaşılmasının güç olacağını sanıyorum. Hoş , böyle olmasa da , söyliyeceğim sözler neye yarayacak bilmem. Fikir tarihi , bir fikir madrabazlığı tarihinden başka bir şey değil. Bugüne gelinceye kadar bir sürü şeyler söylenmiş. Ama , gerçek olarak ne söylenmiş? Bir aralık , bir arkadaşım Sanat bahislerinde aksini isbat edemiyeceğim mesele yoktur demişti. Aksi isbat edilemiyecek mesele yoktur demek isbat edilecek mesele yoktur demektir. Mademki isbat edilecek mesele yok ; ne diye düşünüyor , ne diye konuşuyor , ne diye yazıyoruz? Sanattan bahsetmek de , sanatla uğraşmak gibi , kaçınılmaz , şifa bulmaz bir hastalık mı yoksa?
YAHYA KEMAL BEYATLI
Asıl adı Ahmed Agâh olan Yahya Kemal, 2 Aralık 1884'te Üsküp'te doğmuştur. Üsküp Belediye Başkanı Nişli İbrahim Naci ile şair Lefkoşçalı Galip'in yeğeni olan Nakiye Hanım'ın oğludur. Yahya Kemal, "islâm tesettürünün en şedîd bir muhitinde doğduğunu, yaşadığını ve öldüğünü" söylediği annesinin okuma-yazma bilmediğini ve "çok kuvvetli mutekid olduğunu" belirtmektedir. Çocukluk yıllarını, sonradan şiirnie de yansıyacak olan Rakofçi Çiftliği'nde geçiren Yahya Kemal, önce, babasının "eti senin kemiği benim" sözleriyle Gani Efendi adlı Hoca'ya teslim ettiği Yeni Mektep'e gitmiş, ancak buradaki öğrenciliği pek başarılı geçmeyince Üsküp'te yeni açılan Mekteb-i Edep'e kaydedilmiştir. Kendisi bu okul değiştirme olayına değinirken, "bu bana müslümanlıktan çıkmak gâvurluğa karışmak gibi bir şey göründü.(...) Yeni Mekteb'den Mekteb-i Edep'e geçişim Şark'tan Avrupa'ya geçişim oldu" demektedir.
Yahya Kemal daha sonra Üsküp İdadisi'ne girmiş (1892), ailesini Selanik'e nakledince oradaki İdadi'ye girmiş, annesinin ölmesi, babasının yeniden evlenmesi üzerine tekrar Üsküp'te okumak zorunda kalmıştır. 1902'de yatılı olarak Selanik'te okumuş, bir süre tekrar Üsküp'te okuduktan sonra İstanbul'a gönderilmiştir (1902). İstanbul'da Vefa İdadisi'nde okuyan Yahya Kemal, Mühendishane mezunu olan ancak ilerici düşüncelerinden ötürü askerlikten çıkarılan Serezli Zeki Bey'in etkisinde kalarak Jön Türk olmak üzere Paris'e kaçmıştır (1903).
Şunları yazmaktadır: "Alafranga neslin bir çok çocukları gibi bir Paris sevdasına tutulmuştum. (...) Memleketi zindan, Avrupa'yı nurlu bir âlem gibi görüyordum. İstanbul'un hafiyelik havasından ürkmüştüm. (...) Kendi millî muhitimin cenderesinden kurtulmak, Tevfik Fikret'in şiirinde, Halid Ziyâ'nın nesrinde ve bu iki müteceddidin peşine takılmış gençlerin eserlerinde, Fransızcadan tercüme edilmiş romanlarda gördüğüm âleme atılmak istiyordum".
Paris'te bir yıl yatılı olarak Meaux Okulu'nda okuyup Fransızcasını ilerleten Yahya Kemal, daha sonra Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu'na girmiştir (1904). Bu sırada Ahmed Rıza, Abdullah Cevdet, Samipaşazade Sezai, Prens Sabahattin gibi ileri gelen Jön Türkler'le ilişki kuran Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi Hisar ve sonradan Türkiye Komünist Partisi'nin lideri olan Şefik Hüsnü ile dost olmuş, 1912 yılında İstanbul'a dönmüştür. Dokuz yıl kaldığı Paris'ten İstanbul'a dönüşü talihsiz bir savaş gününe rasgelmektedir: "İtalya'nın Trablusgarp'u istilâsı münâsebetiyle Boğazlar kapalıydılar".
İstanbul'a dönen Darüşşafaka'da edebiyat ve tarih öğretmenliği yapan (1913) Yahya Kemal, Medretü'l-Vaazin'de de uygarlık tarihi dersleri vermiştir (1914). Daha sonra Darülfünun'da uygarlık tarihi, batı edebiyatı tarihi ve Türk edebiyatı tarihi derslerinde "müderris" olarak görev almış (1916-1919), Mütareke'den sonra Ati, İleri, Tevhid-Efkâr Hakimiyet-i Milliye gazetelerinde ve arkadaşlarıyla çıkardığı Dergâh dergisinde Millî Mücadele'yi destekleyen yazılar yazmıştır. Barış antlaşması için Lozan'a giden heyette danışman olarak yer almış (1922), daha sonra Urfa milletvekili olmuştur (1923).
Cumhuriyet'in ilânından sonra Varşova (1926) ve Madrid'te (1929) orta elçi olarak görev yapan Yahya Kemal, Madrit'teyken Lizbon elçiliğini de yürütmüştür (1931). Daha sonra Yozgat (1934-35), Tekirdağ (1935-1943), ve İstanbul (1943-1946) milletvekili seçilmiş halkevleri sanat danışmanlığı yapmış ve Pakistan Büyükelçisi iken emekli olmuştur (1949).
Yahya Kemal hiç evlenmemiş, ömrünün son yıllarını Park Otel'de geçirmiştir. Tutulduğu müzmin bağırsak kanamasının tedavisi için Paris'e gitmiştir (1957), ancak iyileşememiş ve bir yıl sonra aynı hastalıktan kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi'nde ölmüştür (1958). Ölümünden sonra İstanbul'da Yahya Kemal'i Sevenler Derneği ile Yahya Kemal Enstitüsü kurulmuş, bir Yahya Kemal Müzesi açılmıştır. Beşiktaş'taki Barbaros Serencebey Parkı'na heykeli dikilmiştir.
Yazın Yaşamı
Daha Selanik İdadisi'nde "Esrâr" takma adıyla şiirler söyleyen Yahya Kemal , "şiire bir aşkla başladım" demekte, ilk şiirini mahallelerinde oturan Redife adındaki genç kız için "türkü güftesi olarak" yazdığını belirtmektedir. İlk yayımlanan şiirinin, hiç görmediği İstanbul'u "tasvir eden" "Hâtıra" adlı ve "mübtedi gençlerin pek bilmediği muzâri vezni ile yazılmış bir manzume olduğun" belirten Yahya Kemal, bu ilk ürününün İstanbul'da yayımlanan Terakkî mecmuasında çıktığını bildirmektedir. İstanbul'a geldikten sonra Tevfik Fikret'in, Cenap Şahabettin'in şiirlerini tanıyan Yahya Kemal, Servet-i Fünun şiirinin etkilerini taşıyan gençlik şiirlerini Ağâh Kemal imzasıyla İrtika, Mâlumat dergilerinde yayımlamıştır. Bu yıllarda, akrabalarından Abdurrahmanpaşazade İbrahim Bey'in evinde Hacı Arif Bey yönetiminde yapılan icra fasıllarını izleyerek Türk müziğini yakından tanımış, klasik bestecilerimizi derinden anlayıp sevmiştir.
Paris'te bulunduğu yıllarda Fransız sembolistlerinin yapıtlarına yakınlık duyan yahya Kemal, şunları yazmaktadır: "Gerçi Hugo'yu iyi anlıyordum, gerçi Gautier'yi ve De Banville'i iyi anlıyordum, gerçi Baudelaire ve Verlaine'i sıtmalı bir ibtilâ ile seviyordum, gerçi şahsî şairliğin en son nümuneleri olan Maeterlinck, Verhaeren gibi şiirleri yakından biliyordum, lâkin zevkim, bütün bu şairlere nisbetle çok geri sayılan Jose Maria de Heredia'nın şiiri üzerinde durmuştu".
Yahya Kemal Heredia aracılığıyla, sonraki yıllarda şiir anlayışını kökten değiştirmesine yol açacak Latin ve Yunan şiirini tanımış, Heredia'nın sonnet'lerinde "şiirin asıl madenine eliyle dokunduğu" duygusuna kapılmıştır. Paris'te Yahya Kemal'i derinden etkileyen ve tarih görüşünün oluşmasını sağlayan ikinci kişilik Albert Sorel olmuştur.
Bu iki etkiyle Türkiye'ye dönen Yahya Kemal, 1918'de Yeni Mecmua'da yayımladğı şiirleriyle büyük ilgi uyandırmış, daha sonra Edebî Mecmua, Şair, Büyük Mecmua, Şair Nedim, Yarın, İnci ve kendi kurduğu Dergâh dergilerinde yer alan yapıtlarıyla kendisini bir yol açıcı olarak kabul ettirmiştir. Bir anlamda modern Türk şiirinin başlatıcısı sayılan Yahya Kemal, "Hayal Şehir" adlı şiiriyle İnönü Sanat Armağanı'nı kazanmıştır (1948).
Yahya Kemal'in yapıtları ölümünden sonra, sağlığında kendisinin tasarladığı başlıklar altında yayımlanmıştır.
Yapıtları
Şiir:
Kendi Gökkubbemiz (1961), Eski Şiirin Rüzgârıyle (1962), Rubâîler-Hayyam'ın Rubâîlerini Türkçe Söyleyiş (1963), Bitmemiş Şiirler (1976),
Düz Yazılar :
Aziz İstanbul (1964), Eğil Dağlar (1966- Millî Mücadele yazıları), Siyasî Hikâyeler (1968), Siyasî ve Edebî Portreler (1968), Edebiyata Dair (1971), Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım (1973), Tarih Musahabeleri (1975), Mektuplar ve Makaleler (1977
NECİP FAZIL KISAKÜREK.!
1905 yılının 25 Mayıs'ında İstanbul'da doğdu.
Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyükbabasının İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti. Maraşlı bir soydan gelen şair, ilk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile Heybeliadadaki Bahriye Mektebin'de (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı. Lisedeki hocaları arasında dönemin pek çok ünlüleri vardı: Yahya Kemal, Ahmet Hamdi(Akseki), İbrahim Aşki gibi...
İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten (1924) sonra gönderildiği Fransa'da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümünde okudu. Paris'te geçen bohem günlerinden sonra, Türkiye'ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Robert Koleji, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde hocalık yaptı (1939-43). Sonraki yıllarında fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı.
Şairliğe ilk adımını on yedi yaşında iken, annesinin arzusuyla başladı ve ilk şiirleri Yeni Mecmua'da yayımlandı. Milli Mecmua ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirdikten sonra, Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta çağdaşı şairlerin en önüne çıkararak edebiyat çevrelerinde büyük bir hayranlık ve heyecan uyandırdı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile en az öncekiler kadar takdir toplamayı sürdürdü.
Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten de hayatının yeni bir dönemine başlangıç olur. Bohem hayatının en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz.
Necip Fazıl'ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar. Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri büyük ilgi görür. Bu eserlerden Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarındandır.
Necip Fazıl'ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar önemli yönü, çıkardığı dergilerle düşünce hayatımıza kattığı zenginlik ve bu dergilerde çıkan yazılarla sürdürdüğü mücadeledir. Haftalık Ağaç dergisi (1936,17 sayı) dönemin ünlü edebiyatçılarının toplandığı bir okul olmuştur. Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi. 163. maddeye aykırı bulunan yazıları ve kimi zaman da bulunan bahanelerle birkaç yılda bir hapse mahkum oldu. Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır.
Sık sık kapatılan ve çeşitli bahanelerle toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlandı. Büyük Doğu'da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi müstear isimler kullandı. 1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde verdiği konferaslarla büyük ilgi topladı. Başta İdeologya Örgüsü (1959) olmak üzere düşünce eserleriyle kültür hayatımıza verdiği büyük hizmet, diğer tüm yönlerini bile geride bırakacak üstünlüktedir.
1980'de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü, 'İman ve İslam Atlası' adlı eseriyle fikir dalında Milli Kültür Vakfı Armağanı'nı (1981), Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü'nü (1982) almıştır. Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) ünvanını kazanmıştır.
Necip Fazıl Kısakürek, 1983 yılının (doğduğu gün olan) 25 Mayıs'ında vefat etti _________________ Ölümün gizli provasıdır ayrılık...! Belki bir AŞK'a dört nala at sürmedim ama b'AŞK'a bir AŞK'a hep yalın ayak sürgün yedi yüreğim..
!!""Okudugum her Masalda hep bir kahraman oldum Ama en cok kedi MaSaLiM,da yoruldum..Hayatimda Oyle Bir Cumlesin,ki Sana Nokta koyamiyorim Tanridan kacarken tutuklu kaldim sana MEBEDIMSIN..[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] | |
|