Bir düş masalı
[Linkleri sadece adminler görebilir.]Şimdiye kadar size gerçek olduğunu iddia ettiğim masallar anlattım. Oysa kimsenin
inanmadığı bir masalın gerçekliği tartışma konusuydu. Gerçek, insanların ona inandığı ölçüde gerçekti. Bu yüzden hep yalancılıkla suçlandım ama bunlar beni anlatmaktan alıkoyamadı. En başından beri amacım sınırların olmadığı düşsel bir gerçeklik oluşturabilmekti. Yapamadım, inanmadılar.
Anlattığım masalların hüznünü kimse göremedi, kimse bilemedi. Yalan diyerek geçip gittiler ama önemli değil. Beni sen bile anlamıyorken neyin önemi var ki şu hayatta. Beni masalların öznesi zannettiler. Evet, öyle bir aşkı yaşamak isterdim. Evet, onun gözlerine baktığımda bu hayatı unutup başka bir evrene geçebilmeyi çok düşledim. Ancak her yürekten bir masal doğmazdı. Bu yüzden bana anlatmak düşmüştü. Asla yaşayamayacağım masalları anlattım gözlerimde özlemle. Anlatırsam eğer masalsız hayatımın bir anlamı olur diye düşündüm. Olmadı ama sen bile anlamadın tüm anlatılarımı dinlemene rağmen.
Bazı zamanlar susmak ve bir daha konuşmamak istiyorum. Anlatmamın veya anlatmamamın bir şeyleri değiştiremeyeceğini düşündüğüm zamanlar oluyor. Sonra birisi ile karşılaşıyorum ve ona baktığımda çok güzel bir masal görüyorum. Öyle bir duygu oluşuyor ki yüreğimde gördüklerimi anlatmadan ölürsem eksik kalacağımı düşünüyorum. Eksik kalmak sorun değil inan ama sana anlatmadan gitmek var aşkı. İşte bu devam etmemi sağlıyor.
Bir zamanlar hayalleri olan bir kız tanımıştım. Bu onun hayallerinin yok oluşunun masalı. Bu onun unutuluşunun hikâyesi. Lütfen dikkatli dinleyin.
Bir zamanlar çok güzel bir kızdı o. Kendine çok dikkat eder, daha güzel görünmek için çabalardı. Saçlarını her sabah özenli bir şekilde tarar, pastel renklerinde makyajını yapmadan dışarıya çıkmazdı. Bu onun hayata “seni önemsiyorum” deme şekliydi. Hayatı önemsediği için de kendisini önemsiyordu. O zamanlarda yaşamdan zevk almaya çalışırdı.
Eskiden mutlu olduğu zamanlar vardı onun. Gülümseyebildiği, neşeden şarkılar söylediği günlerin sayısı oldukça fazlaydı. Eskiden “nasılsın?” sorusuna “iyiyim” diyerek cevap verirdi sözlerine inanarak. Herkes gibi adetten konuşmazdı o. Bir şey söylüyorsa eğer bunu hissettiği için söylerdi. Başkaları gibi yalandan mutluluklara yer yoktu hayatında. “İyiyim” diyorsa eğer bu gerçekten iyi olduğunun göstergesiydi.
Bir zamanlar masalda yaşadığına inandırılmıştı. Bir zamanlar bir masalın prensesiydi o. Prensini bulmuş ve onunla birlikte mutlu olmuştu. O kadar güzel bir masalda yaşıyordu ki asla bitmemesini istiyordu. Beyaz atlı prensini o kadar çok seviyordu ki gözü başka bir şey görmüyordu. Tozpembe bir masal dünyasında tozpembe bir hayat yaşıyordu.
Ancak o kandırılmıştı. Yaşadığı masalın tek prensesi o değildi. Başkaları vardı prens tarafından onun gibi kandırılan. Başka prenseslere başka yalanlar söylenmişti. Onun yalanının sebebi ise kendini prense tam anlamıyla adamamasıydı. Ruhunu ve kalbini ona teslim etmişti ama bunlar prens için yeterli değildi. Ancak prens onun ruhuyla değil bedeniyle ilgileniyordu. Diğerlerinden hiçbir farkı yoktu onun. Onlar gibi sıradandı.
Masallarda yaşadığına inanan birisi için her şeyin yalan olduğunu öğrenmek acı vericiydi. Öyle ki kocaman bir dünyanın parçalar halinde yıkıldığını seyretmişti. Gökyüzü parçalar halinde düşerken o kaçmamıştı. Düşen parçaların altında kalıp yok olmayı ummuştu kaçıp saklanmak yerine. Bütün hayalleri paramparça olurken o sadece kendini suçlamıştı masallara inandığı için. Bundan sonra masal görmek istemiyorum demişti ve tüm inancını kaybetmişti.
Sonrasında ise masalsız bir hayat kurgulama başlamıştı kendine. İlk yaptığı şey tüm masal kitaplarını yakmaktı. Tüm masallara tövbe etmişti. Hayatında artık hayallerine yer yoktu. Masallardan uzaklarda yaşamasının tek yolu masal olabilecek tüm ihtimallerden kaçmaktı. Ne zaman bir olasılık ortaya çıksa ardına bakmadan koşmaya başlıyor ve bir daha asla geri dönmüyordu. Şehirdeki birçok sokağı yasaklamıştı kendine. O sokaklardan bir daha asla geçmeyecekti. Yaşadığı şehirde yasaksız sokak kalmayınca başka şehirlere, başka ülkelere gitmeye başlamıştı.
Şehirlerin veya ülkelerin değişmesi çok önemli değildi aslında. O bir zaman sonra kapana kısılmış hissediyordu. Gidecek bir yeri kalmadığında ise terk ediyordu. Sanki herkes onu kandırmak için sıra bekliyordu. Kendisi dâhil kimseye güveni kalmamıştı ve hayatında kimse için yer yoktu. Hissettikleri sözlüklerde yalnızlık kelimesinin anlamı olabilecek kadar yalnızdı.
Kendini tacı elinden alınmış bir prenses gibi değil de hiçbir zaman gerçek bir prenses olmamış gibi hissediyordu. Bu duygu onu tüketiyordu. Nereye giderse gitsin yaşadıklarının yalan olduğunu hatırlıyor ve başka bir şehre gitmenin planlarını yapıyordu.
O şehirler arasında dolaşırken insanlardan kaçıyordu. İnsanlardan kaçmasının sebebi hayal etmekten kaçmak istemesiydi. Ancak hayallerden kaçmak o kadar kolay değildi. Ne zaman birisine baktığında bir masalın bir masalın başlayacağını görse ondan uzaklaşıp evine dönüyordu. Evine döndükten sonra kâğıdını ve kalemlerini alıp onun kara kalem resmini çiziyordu. Bunu o insanlardan ayrılamadığı için yapıyordu. Onları resimler haline getirip evinde saklıyordu. Bu sayede gördüğü masalları tek başına yaşayabiliyordu.
Evinin her tarafı resimlerle doluydu ve her resmin bir ismi vardı. Resimlerdeki insanların kişilikleri de ona yakınlıkları da farklıydı Arkadaşları ve dostları vardı resimlerde. Onlarla konuşur, dertleşir ve şakalaşırdı. Sırdaşları vardı. Onlar en gizli sırlarını bilirlerdi. Canı ne zaman sıkkın olsa onlara anlatırdı içinde kopan fırtınaları.
Aynı zamanda ilgisini çeken erkeklerde vardı. Resimlerindeki insanlarla ilişkileri olmuştu. Sevmiş, sevilmiş ve kavga etmişti. Ancak hiçbiri ile anlaşamamış ve bir süre sonra hayatından çıkarmak istediğinde yırtıp atmıştı onları. Ancak farklı birisi vardı. Ev arkadaşı olan resimlerle hep onun hakkında konuşurdu. Onun yüzünü görmemişti. Bu yüzden ona bir yüz çizememişti. Havanın karanlık olduğu bir gece hayatını kurtarmış ve gitmişti. Sanki kurtarıcı meleğiydi onun.
O yüzsüz resmi koltuğunun tam karşısına asmıştı. En yakın iki dostunun resimlerini ise hemen yanına oturtmuştu. Bir hüzünlü bir tonda dostlarına bir hikâye anlatıyordu. “Düşünsenize onun gözlerinin içine baktığımı, gülümsemesinde kendimi bulduğumu bir düşünsenize. Sonra onun beyaz atına binerek başka bir diyara gittiğimizi ve orada sonsuza kadar mutlu olduğumuzu. Evimizin rengi, bahçesi, pencereleri sürekli aklımda.” Dedikten sonra derin bir of çekmiş ve anlatmaya devam etmişti. “ne diyorsan artık onun yüzünü bile görememişken. O gitti. Bende hayalinden başka bir şey bırakmayarak gitti hem de. Düşünmemek istiyorum ama aklımdan hiç çıkmıyor.”
Dostlarıyla sohbet ettikten sonra karnı acıkmış ve yemek hazırlamaya karar vermişti. Ev arkadaşlarını masaya yerleştirdikten sonra sevdiği birkaç resmi daha boş koltuklara yerleştirir. Bir taraftan yemek yerken bir taraftan da sohbet etmek keyifli olacaktı. Yemekleri dağıttığı sırada arkadaşları tok olduklarını söylemişlerdi. Zaten onlar hiç yemek yemezdi. Yemek bittikten sonra birkaç kadeh içmeye gelmişti sıra. Herkesin kadehlerini doldurdu ama onlar aynı zamanda içmezdi. Olsun onlar içmezlerse hepsini o içerdi böylece güzel bir uyku çekebilirdi. Belki rüya bile görebilirdi ki o hiç rüya görmezdi.
Yemek bittikten sonra kadehleri toplayıp salona gelmişlerdi. Resimlerden birisinin yeni bir kız arkadaşı vardı ve onunla sohbet etmek çok keyifliydi. Onunla önceki gün otobüste tanışmışlardı. Biraz sohbet etmiş ve ayrılmışlardı. Daha sonra eve gelip onun resmini yapmıştı. Resmini yaptıktan sonra yeni arkadaşını eski resimlerinden birisi ile tanıştırmıştı. Bay mutsuz ile tanıştırmasının sebebi onu neşelendirebilecek olmasıydı. Bay mutsuz iyi bir dosttu ve mutlu olmayı hak ediyordu.
Aslında yemeğe sevdiği insanları çağırmıştı. Ancak bayan dedikoducu bayan dürüstün ev arkadaşı olduğu için beraber gelmişlerdi. Bayan dedikoducuyu sevmezdi pek Ona güvenemez, onun yanında konuşamazdı. Ne zaman ona gizli bir şey söylese söylediklerini diğer resimlere dağıtırdı. İşin en kötü tarafı ise söylediklerini değiştirmesiydi. Kaç tane resimle kavga etmişti bu yüzden.
Arkadaşları arasından bay geveze ile bayan komik’in yan yana olmasından hoşlanıyordu. Birisi durmaksızın konuşurken diğeri espri yapar ve onun hep asık olan yüzünü gülümsetirlerdi. Onları da sevgili yapmak için çok uğraşmıştı ama olmamıştı. Bir süre sonra uğraşmaktan vazgeçmiş ve onları kendi haline bırakmıştı. Oysa o kadar güzel bir çift olabilirlerdi ki.
Akşam bitmeye yaklaştığında misafirlerini uğurlayıp onları duvardaki yerlerine yerleştirmişti. Sonra dostlarını televizyon izlerken bırakıp odasına gitmişti. Oldukça yoğun bir gün geçirmişti ve şimdi yapması gereken şeyler vardı. Birisi ile tanışmıştı ve tanıştığı kişi onu oldukça etkilemişti. Onun tüm Kamanlarını görebilen çok derin bakan gözleri ve kısık sesle konuşan etkileyici bir ses tonu vardı. Bir süre boyunca sohbet etmişlerdi ama kalbinin daha hızlı attığını fark ettiğinde yanından ayrılmıştı. Şimdi onu resmetme zamanıydı. Ertesi gün dostlarıyla onun dedikodusunu yapabilecekti bu sayede.
O gece sabaha kadar resim yapmıştı. Onun bakışlarını tüm detaylarına kadar resmetmiş, gözlerindeki tüm çizgileri aktarmıştı. Elmacık kemikleri belirgindi Gözlerinin kenarındaki çizgiler onun düşünceli birisi olduğunu gösteriyordu. Onun bakışlarındaki keskinliği anlatması oldukça zor olmuştu. O hafif, çarpık gülümsemesi ise onun pek gülmediğini gösteriyordu. Aynı benim gibi diye düşünmüştü. Belli ki derin acıları olmuştu onun. Yine de gülümseyebiliyordu. Ona olan ilgisi hayranlığa dönüşmeye başlamıştı resim tamamlanmaya yaklaşırken.
Resmettikçe kurguluyor, kurguladıkça da onun kişiliğini keşfediyordu. Gerçekte hiç kimseyi tanıyamayacağı kadar tanıyabiliyordu bu şekilde. Kısa kesilmiş saçlarını çizerken bir zamanlar uzun saçlı olduğunu hayal ediyordu. O hep farklı olmuştu.
Hayata bakışı, zorluklarla yüzleşme biçimi çok değişikti. Nasıl mücadele ettiğini düşünmüştü bu esnada. Sadece onun bildiği yöntemleri olmalıydı.
Onunla konuştuğu zamanları düşünürken ses tonu aklından çıkmıyordu. Güçlü ses tonundaki o kırılgan tınıyı unutamıyordu bir türlü. Bir zamanlar böyle değildi o. Hayata daha umutlu baktığı zamanları olmuştu. Daha neşeliydi eskiden, daha güler yüzlüydü ama yaşadıkları her şeyini elinden almıştı. Birbiri ardında duvarlar örmüş ve saklanmıştı duvarlarının ardına. Kendini kimseye anlatamamıştı. Kimse onu anlamamıştı.
Resmi bitirdiğinde ona bir kez daha baktı. Yanaklarını okşadı kısa bir süre boyunca ve yanağına küçük bir öpücük kondurdu. Onu dışarıda bir kere daha görse artık tanıyamayacaktı.
Resmini yaptığı insanları yüzleri kayboluyordu. Onları bir kez daha görse bile tanıyamıyordu bu yüzden. Sanki siliniyorlardı hayattan ve sadece resimlerinde yaşıyorlardı. Sadece ona ait bir hayat yaratıyordu bu şekilde.
Resmi bitirdikten sonra odasının camından güneşin doğuşunu seyretti bir süre boyunca. Daha sonra resmi alıp duvarına astı. Onun ismi yorgun olacaktı hayata bıkkınlığını anlatmak için. Şimdi biraz uyumalıydı. Uyandığı zaman dostlarına yorgunu anlatıp yaşadıklarını onlarla paylaşacaktı. Dostlarının tavsiyelerine çok değer verirdi. Ancak şimdi uyumalıydı. Hem belki yorgunu rüyasında görürdü.
Uyandığında öğle olmuştu. Kahvaltıyı hazırladıktan sonra dostlarını masaya yerleştirmiş ve onlara yorgunu anlatmaya başlamıştı. Dostları her zaman olduğu gibi onu cesaretlendirmeye çalışmıştı. O da her zaman olduğu gibi kalbinin yüzsüze ait olduğunu söylemişti. Dostları ise yorguna bir şans vermesi gerektiğinden bahsetmiş ve onu ikna etmeyi başarmıştı. Yüzsüzü akşam yemeğine davet etmeye karar vermişti bu şekilde. Dostları olmadan ne yapardı bilemiyordu.
Kahvaltıdan sonra alışveriş yapmak için dışarıya çıkmıştı. Almak istediği kitaplar ve albümler vardı. Bunun için büyükçe bir kitabevine gitmişti. Rafların arasında dolanırken ilgisini çekebilecek bir kitap arıyordu. Ne aradığını bilmeden dolaştı öylece. Birçok kitabı alıp inceledi. Daha sonra siyah kaplı bir kitabı aldı eline. Kitabın ismi “Siyahın Yalnızlık Hikayesi”idi. Kitabı aldı ve dışarıya çıktı. Aslında o kitap başka bir masaldan gelen bu masalın bilginiydi.
Kitabevinden dışarıya çıktığında yolun hemen karşısında bir sergi salonu gördü. Salonda “Siyah bir Masal” isminde bir resim sergisi vardı. “Zaten renkli masal olmaz. Her masal siyahtır” dedikten sonra boş bir vaktinde sergiyi gezmek için kendine söz verdi.
Kız biraz daha ilerlediğinde “Pasta Evi” diye bir dükkân gördü. Tatlının kimseye zararı olmazdı. Zaten dükkânın dışına bakmak bile insanı acıktırmaya yetiyordu. Bu yüzden içeriye geçip oturdu ve bir dilim meyveli pasta sipariş etti. O pasta hayatı boyunca yediği en güzel şeydi. Pastası bittikten sonra bir dilim daha sipariş etti ve bir dilim daha.
O gün ne kadar yediğini asla hatırlayamayacaktı. Sadece siyah giyen orta yaşlı bir kadının servis yaptığını unutmayacaktı. O kadın masalın kötü cadısıydı ve kızın prenseslik tacının peşindeydi.
O tacı ele geçirebilmek için her şeyi yapmıştı kötü cadı. Kızın hayatını mahveden, onun gülümsemesi için her şeyi yapan da oydu. Aynı zamanda resmini yaptığı insanların yüzünün silinmesini sağlayan o sihirli kalemi de kötü cadı vermişti. Kızın masal dünyasında kral olan babası öldükten sonra kralın tek kızı olan prensesin krallığı yönetmesi gerekiyordu. Ancak o masallara tövbe etmişti ve bunların hiçbirinden haberi yoktu. Onun tacını elinde bulunduran kral olurdu ve kötü cadı da bunun peşindeydi.
O yemeye devam ettikçe uykusu geliyordu. Ancak kendisini durdurmanın herhangi bir yolu yoktu. Zaman ilerledikçe göz kapakları ağırlaştı ve en sonunda başını masaya dayayarak uykuya daldı. Gözlerini açtığında tüm resimlerinin etrafını çevrelediğini gördü. Hepsi ayaklanmış, resimden bedenlere bürünmüştü. Tek bir ağızdan çıkan onlarca ses ondan nefret ettiklerini haykırıyordu. Kız kaçmaya çalıştıkça resimler onun peşini bırakmıyordu. Hepsinin elinde bir hançer vardı ve hançerlerini kıza saplamak için yarışıyorlardı.
“Sen prenses değilsin” diyen bir ses duydu ardından “asla da prenses olamayacaksın” ve tüm resimler bir anda kayboldu. “Kendini kandırmayı bırak ve küllerine dön kedi” diye konuşmaya devam etti o ses. Kız ise yere oturmuş karnına doğru çektiği dizlerine sarılmıştı. “Ben prenses olmak istemiyorum” diye bağırdı ve gözlerini açtı.
Uyandıktan sonra yatağından fırlayarak kilitli bir odadan bir sandık aldı. Kilit büyülüydü ve onu kızdan başka kimse o odaya giremezdi. Sandığı açıp içindeki tacı çıkardı ve “seni istemiyorum” diye bağırdı tüm gücüyle. Ayağa kalkıp camı açtı ve tüm gücüyle tacı dışarıya fırlattı.
_________________
Ölümün gizli provasıdır ayrılık...!
Belki bir AŞK'a dört nala at sürmedim ama b'AŞK'a bir AŞK'a hep yalın ayak sürgün yedi yüreğim..
!!""Okudugum her Masalda hep bir kahraman oldum Ama en cok kedi MaSaLiM,da yoruldum..
Hayatimda Oyle Bir Cumlesin,ki Sana Nokta koyamiyorim
Tanridan kacarken tutuklu kaldim sana MEBEDIMSIN..
[Resimleri sadece adminler görebilir.]