Birbiri için çarpan kalplerin, gün gelip birbirinin celladı olan suskunluklara bürünmesidir bu hayat...
Başka bedenlere yelken açan yolculuklar ve sonrasında, o ölü tenlerde imzalanan gizli ölüm fermanları.
Gözlerinde hayat bulduğun kadınını ya da adamını öldürmek öyle kolaydır ki oysa
Bir vuruşta serersin yere. Ne soğumuş cesedinde bir bıçak darbesine rastlarlar ne adli tıp raporlarında darp izine...
Nabzının atacak cesareti kaldıysa, her gün kendini de öldürürsün yeniden,
yaşadığını iddia edeceğin bir hayat kalmışsa eğer,
emin ol öldürürsün
Geri dönebilir misin, hayır.
Parçalanmış kum saatinden süzülmeye başlar;
verilen tüm sözleri ve mevsimleri donduran zaman.
Sonra sessizlik olur, zaman geçer. An gelir ölen de öldürmek ister. Çünkü ihanetin tek bedeli vardır bu tarihte bilinen.
Oysa öyle kurgulanmamıştır hayat.
Güçsüz bedeniyle son bir darbe vurmak ve bir darbe daha....
Bilmez ki, kaç kez öldürürse o kadar yaşatır katilini.
Körpe düşe diş geçirir bu hayat, bilmez.
Acıttığını zannederken daha da derinden kanatır kendini.
Düşlerinin ve yalnızlığının en mahrem kuytularında bile
onun izine rastlar,
Oysa çoktan vücudunun bir uzvu olmuştur kendi katili.
Ayrılamaz.
Bütün gidenlerin bir nedeni vardır,
kalanlara ise neden sorulmaz.
Katrana bulanmış kanatlarıyla bir akşam üstü vurur sahile
Aşk..
Bir kelebeği sevmek gibidir o,
ya ömrü yetmez zavallı yüreğine
ya da gün gelir sormadan kanatlanır bir başka mevsime.
Morfin gibi yayılır sancısı,
tenha şehrin geceleri korkutmaya başlar derken adamı.
Kumdan kalelerin ömrü işte hep böyle kısa olur.
Kangren, kalp sınırına dayanmıştır çoktan..
Koşup kaçmak, öyle baskın olur ki bu zamanlarda.
Boğulur kalırsın önce olduğun yere, gitmek ne zordur gerçekten. Sonra da hiç durduramazsın bir daha kendini,
tutunamazsın hiçbir dala...
Gidenler öğretir kalmanın sızısını ve de gitmenin tarifsiz acımasızlığını.
Bu yüzden belki de hep birilerini, bir şeyleri bırakıp gittim, ama esas terk etmem gerekeni saklıyorum.
Yoktan var ettiğim yalnızlığımı.
Ve ne kadar uzaklaştığımı sansam da aslında, ıssız köşemde kendi karanlığımdayım şimdi.
Olur da bir kez daha uzatabilirsem ellerimi günün birinde,
kendi yalnızlığım bile olsa dokunduğum,
bir an bile düşünmeden,
ve sımsıkı sarılıp kollarına
tutunacağım.
Dört duvarımda yankılanan tüm acılarımı ve o küflü alışkanlıklarımı, üstlerine hüküm yazıp tek hamlede infaz edeceğim o gün...
Alışkanlıklar, paslı zincirler gibidir. Kaslarında açtığı yaralardan bulaşır zehir. Sonra sen paslanmaya başlarsın, dokunduğun her şey paslanır. Hayat paslanır. Yaşayabilecek kadar nefes alırsın ama soluk alamazsın, iliklerine kadar gerçekleşir oksidasyon.
Ne istediğimi biliyorum.
Kalmak iki yalnızlık olacaksa, kaçmak en iyi yoldur.
O YÜZDEN KAÇIYORUM.
ve biliyorum bir giden oldukça, hiçbir aşk masum değil sevgili.
Artık ne sen beni tanıyabilirsin gözlerimden, ne de ben seni küçük kırmızı tokalarından.
Kemanın sesini duyanlara, duymayanlar ışıkların altında izmarit oluyor.
Burada bırakıyorum.
-I-
Dışarıda, kış düşkünlerini heveslendiriyor yağmurlar;
katiller ellerini yıkıyor tenhalarda.
ve yalnızlar gözlerini ağlamaya yumuyor, soğuk sedirlerde bir bir.
İntiharına ölüm süsü vermiş çocuklar gördüm;
ölüm gibi sessiz ve davetkar bakıyorlardı yüzüme
aynaların ardından.
Gece,
soluksuz
uykusuz ve
kaçkın
Boğazıma mühürlenen
bir paslı mavruka
ve sabaha bilmem kaç kala
çekiliyor tüm kanım (sen geçen) damarımdan.
Sonra,
başlıyor nöbetin ansızın...
-II-
Cinayet saatine kurulu gözlerinde
kaç iklimse titrediğim,
izi var tüm suskunluğumda, dokun…
Çöl geceleri gibi siyah
ve çöl geceleri kadar tekilim;
saplanırsa gözlerim
bir duvar çatlağına saplanır
Çünkü ayaz kesmiş yatağımda
şimdi korkun yatıyor.
ve kokun çoktan göç
hırçın sevdaların hercai atlasına...
Yazık
-III-
Kapanmayan bavulun
ve kızıl saçların inadına darmadağın
çürük vişne eşarbınla bir akşamüstü
beklenmedik bir anda,
çat kapı aralayıp acılarımı..
dönmezsin!
döndürmezsin beni yaşama.
biliyorum
benzerse...
kaldırımlar benzer
şimdi bana!
Su içtiğin bardağı yıkamadım.
Havlunu da saklıyorum,
bakışlarını da ay yoksa,
ışık da yok şehrimde.