Çok çok uzun yıllar önce güzel bir diyarda çok iyi kalpli yaşlı bir bahçıvan yaşarmış. Bahçıvan o kadar iyi kalpliymiş ki herkes onu çok severmiş. Çocuklar ona bahçıvan dede dermiş. Bahçıvan dede kocaman bahçesinde birbirinden güzel çiçekler yetiştirirmiş her gören onun çiçeklerinin güzelliğine hayran kalırmış. Bahçıvan dedenin günleri çiçeklerine bakmak onlarla ilgilenmekle geçermiş. Böcekleri bile incitemeyecek kadar iyi kalpli biriymiş dede. Yine bir gün bahçesinde gezerken daha önce hiç görmediği enfes güzellikte bir çiçeğe rastlamış. Bu çiçek o kadar güzel o kadar güzelmiş ki bahçıvan dede bu çiçek sanki cennetten gelme; kokusu başka, rengi başka, şekli başka diye düşünmüş. Gerçekten de çok faklı bir güzellikteymiş bu çiçek. Kokusuyla, rengiyle, şekliyle görenleri adeta büyülüyormuş.
Bahçıvan dede haklı olarak kaptırmış kendini bu eşsiz çiçeğin büyüsüne. Her sabah güneş doğmadan çiçeğinin yanına koşar doğan güneşin ilk ışıklarının çiçeğinin yapraklarında oluşturduğu parıltıları büyük bir coşkuyla seyreder çiçeği ile sohbet eder, yabani otları temizler, çiçeğine türküler söyleyerek sular, tozlanmasın diye yapraklarını yıkar, güneş tamamen batıp karanlık çökene kadar zamanını çiçeğiyle geçirirmiş. Çiçek de çok memnunmuş bu ilgi ve sevgiden. Bahçıvan dedenin sevgisine mis gibi kokular yayarak cevap veriyormuş. Bahçıvan dede çiçeğinin sevgisine bu şekilde karşılık vermesinden o kadar mutlu oluyormuş ki keşke hiç güneş batmasa da hep çiçeğimin yanında kalsam diyormuş. Nasıl mutlu olmasın o şarkı söyledikçe çiçek mis kokular yayıyor, o yapraklarını yıkayıp suladıkça çiçek serpilip büyüyormuş. Dünyada benim çiçeğimden güzel çiçek yok benim çiçeğim eşsiz bir çiçek sevgilerin en büyüğüne layık diye düşünüyormuş, haklıymış da. Gerçekten de çiçek muazzam güzelliği ve eşsiz kokusuyla herkesin ilgisini çekiyormuş. Yaşlı bahçıvan çiçeğine gösterdiği ilgiden hiç memnun kalmıyor, ne kadar ilgilenirse ilgilensin çiçeğinin daha fazla ilgiye, ne kadar severse sevsin çiçeğinin daha fazla sevgiye layık olduğunu düşünüyormuş. Açıkçası onun yerinde kim olsa o da öyle düşünürdü.
Bahçıvan dede büyük bir ilgi ve sevgi ile büyüttüğü çiçeğinden sadece geceleri ayrılıyormuş. Bu yüzden de geceleri hiç sevmiyormuş. Keşke hep gündüz olsa, güneş hep parıldasa, ben hep çiçeğimin yanında olsam diye düşünüyormuş. Bir gün aklına dahice bir fikir gelmiş bahçıvan dedenin. Bahçenin her tarafına lambalar dizsem, gece olunca o lambaları yaksam her yan sabah gibi aydınlık olur, ben de çiçeğimden ayrılmam diye düşünmüş. Sadece düşünmekle de kalmamış bu dâhice fikri hemen uygulamaya koymuş. Çiçek kendisi için yapılan bu yalancı geceyi görünce çok sevinmiş. Mutluluktan açtıkça açmış, büyümüş, güzelleşmiş. Bahçıvan dede artık geceleri de çiçeğini görebiliyormuş artık. Geceleri de çiçeğine türküler söyleyip yapraklarını yıkayıp sulayabiliyormuş. Her ikisi de çok memnunmuş halinden. Biri dünyanın en mutlu bahçıvanı, diğeri dünyanın en mutlu çiçeğiymiş. Fakat çok kısa bir süre sonra şımarmaya başlamış. Bahçıvanın ilgisi ve sevgisi çiçeğe yetmemiş. Güzelliğinin başkaları tarafından da görülmesini başkalarının da kendisini sevmesini ve ilgilenmesini istemiş. En mükemmel benim, herkes beni sevmeli, herkes benimle ilgilenmeli diye düşünüyormuş. Surat asmaya başlamış bahçıvana. Zavallı bahçıvan da çiçeğimin daha çok suya ihtiyacı var sanırım çünkü büyüdü diye düşünüp daha çok su vermiş. Çiçek yine surat asmış. Bu sefer bahçıvan gübresindeki minerallerin yetmediğini düşünüp daha çok gübre vermiş. Çiçek yine somurtmuş. Bahçedeki çalıları ve zararlı otları temizlemiş, çiçek daha çok somurtmuş. Adamcağız bir türlü çiçeğini mutlu edemez olmuş. Ta ki bir gün yaprağında gezinen bir böceği kovalarken çiçek dikenini bahçıvanın eline batırana kadar. Zavallı adam o zaman anlamış çiçeğine kendi sevgisinin yetmediğini, başkalarının da sevgi ve ilgisini istediğini. Hak vermiş çiçeğinin bu isteğine. Artık çiçeğimi başkaları da sevmeli onun buna ihtiyacı var demiş. İşin garip tarafı çiçeğine olan aşkıyla yaşlı adam çiçeğin etrafındaki yeşilliklerin hangisinin çiçek hangisinin çalı, böceklerin hangisinin zararlı hangisinin yararlı olduğunu anlayamaz olmuş. Fazla su ve gübrenin çiçeği solduracağını, çiçeklerin güneşe olduğu kadar karanlığa da ihtiyacı olduğunu unutuvermiş. Çiçeğimi mutlu edeceğim diye tüm bahçıvanlık bilgilerini unutmuş çiçeğe tabi olmuş. Çiçek yeniden gülümsemeye mis kokular yaymaya başlamış. Adamcağız çiçeğini yeniden böyle cıvıl cıvıl görünce çok mutlu olmuş. Çiçeğine zarar verebilecek şeyleri görmüyormuş bile. Benim çiçeğim o böceği konuk ettiğine göre o böcek iyidir. Benim çiçeğim o çalıyı yanında istediğine göre muhakkak ki o çalı değil bir gül dikenidir. Benim çiçeğim ne yaptıysa doğrudur diye düşünmeye başlamış. Onun bir çiçek olduğunu unutup kusursuz yaratılmış bir varlık olduğunu düşünmeye başlamış. Diğer insanlar “Bak bahçıvan dede bu çalılar senin çiçeğinin köklerine sarılır, böcekler yapraklarını yer, bu kadar güneş ve su onu çürütür sonra üzülürsün.” dedikçe o, benim çiçeğimi kıskanıyorlar, bunlarla görüşmeye bile değmez bana çiçeğim yeter demiş ve çevresindeki herkesten uzaklaşmış. Bir süre daha bahçıvan ve çiçeği mutlu mesut yaşamışlar fakat bu çok sürmemiş. Bir süre sonra çalılar çiçeğin köklerine sarılarak onun topraktan mineral almasını engellemeye başlamış, mutlulukla yapraklarında gezinmesini istediği böcekler yapraklarını yer olmuş. Fazla su ve sürekli ışıktan yavaş yavaş sararmaya başlamış. Diğer insanlar bahçıvanı yine uyarmış “Henüz çok geç olmadan kendine gel bahçıvan dede bak çiçeğin çürümeye başladı böyle onun istediklerine uymaya devam edersen yakında tamamen çürüyüp ölecek.” dedilerse de dinletememişler. Bahçıvan sürekli onlara benim çiçeğim mükemmel; hem çok güzel hem çok sağlıklı hem de çok güzel kokuyor, siz kıskançlığınızdan öyle diyorsunuz diyormuş çünkü gerçekleri görmek istemiyormuş. Görmek istemeyen birine kim ne gösterebilir ki? Günler geçtikçe çalılar daha çok sarılmış, böcekler fazla sudan çürümeye başlayan çiçeğe daha çok doluşmuş, kokusu kötüleşmiş fakat yaşlı adam hala göremiyormuş çiçeğine olanları onun gözünde çiçeği hep ilk günkü güzelliğindeymiş. Zavallı çiçek artık dayanamaz olmuş çektiği açılara. Gece de olmuyormuş ki biraz enerji toplasın, böcekler biraz olsun üstünden uzaklaşsın. Sonunda bir gün yaşlı adamın sevgi dolu bakışları arasında acıdan kıvrana kıvrana düşmüş toprağa. Acıları dinmiş artık çiçeğin. O, yetinmesini bilmemenin ve şımarıklığın bedelini canıyla ödemiş. Zavallı yaşlı bahçıvan da ömrünün sonuna kadar keşke diğer insanları dinleseydim o zaman böyle olmazdı. Çiçeğim belki bana çok gülümsemezdi ama yaşardı, diye üzüntüyle yaşamış.
Dostlar! Bizler tüm sevdiklerimizi mutlu etmek için uğraşır dururuz; fakat unutulmaması gereken bir şey var: Sevmek ve ilgilenmek demek sevdiklerimizin hatalarını görmemek, kusurlarını gizlemek, onların her istediğini yapmak, her istediğini almak demek değildir. Eğer böyle yaparsak sevdiklerimizin sonu çiçeğin sonuna benzer ve bu sonu biz hazırlamış oluruz.
Gerçek seven, sevdiklerini kendinden ve başkalarından korumasını bilendir bana göre. Kendinden diyorum çünkü bizler sevmek adına bazen sevdiklerimize zarar verebiliyoruz. Tıpkı yaşlı bahçıvan gibi. Her istediklerini anında vererek çocuklarımızı doyumsuz, her yaptığı hatayı afacanlık görerek şımarık, her kırdığı potu şaka kabul ederek ukala yapıyoruz. Sonra da oluşturduğumuz eserden insanları ve ülkesini sevmesini bekliyoruz. Böyle yetiştirdiğimiz çocuklar kendinden başka kimi sevebilir?
Hatalar ne görmezden gelerek ne de evire çevire döverek düzeltilir.
Her istediğini yok demeden aldığımız; başkalarına ait şeyleri aldıklarında hırsızlığın oyun olmadığını anlatmadığımız; arkadaşını dövdüğünde ‘aferin oğluma’ dediğimiz; yalan söylediğinde kızmaya kıyamadığımız; işlediği suçu dayak yeme korkusuyla kardeşinin üstüne attığında büyük kardeşi cezalandırıp sonra da o daha küçük abisi dediğimiz; kardeşleriyle kavga ettiğinde haklı olanı ayırmadan hepsini beraber cezalandırdığımız; hiç yapma demediğimiz; eleştirmeden hep haklı gördüğümüz çocuğumuz, Allah korusun, günün birinde hırsızlık yaptığında; birine iftira attığında; davranışlarından dolayı başına gelen herhangi bir olumsuzluğun faturasını başkalarına çıkardığında; çıkarları için masum insanları incittiğinde; her güzel şeyin yalnız kendi hakkı olduğunu düşünerek başkasının eşine, işine, aşına göz dikerek yanlış bir iş yaptığında kimin elini kesmeli? Kimi hapse atmalı? Ya da kimi idam etmeli? Onu mu, bizi mi, aşırı sevgimizi ve ilgimizi ya da ilgisizliğimizi mi? "Zafere giden yolda her şey mubahtır" diyen zihniyeti mi asmalı? Yoksa toplumu eğitmeyi seçmiş eğitim ordusunun neferlerini çocuk düşmanı caniler gibi görenleri mi zindana atmalı.
Ben bu soruların cevabını bulmayı sizlere bırakıyorum. Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum: Hiç kimse yüzde yüz kötü ya da yüzde yüz iyi değildir. Her iyinin içinde bir kötü, her kötünün içinde de bir iyi insan yaşar. Bizlere düşen içimizdeki kötü bizi dipsiz bir kuyuya atıp iyi olan bizi yaşatmaktır. İçinde yaşadığımız çağda bunu yapmak elbette ki çok zor. Tıpkı aç gezerken ekmek çalmamanın çok zor olması gibi…..
Bu bozulmuş zamanda iyi kalmayı becerenlere selam olsun.
Çiğdem Güven Temel